1

322 25 0
                                    

08/09/2019

Londra Heathrow Havaalanı

Hayallerimden birini gerçekleştirdim. Uzun zaman önce İngiltere'ye taşınan çocukluk arkadaşımı iki günlüğüne ziyaret ettim. O ailesi ile yurtdışına taşındığında ikimiz de henüz on bir yaşındaydık. Seneler sonra birbirimizden ayrı olgunlaşıp, bu halimizle görüşmek çok farklıydı. Bir o kadar da tatlıydı. Londra'ya ilk kez okul gezisi için gitmiştim. O'nun hatırası çok farklı olsa da başımızda bizi gözetleyen bir grup öğretmen olmadan bu kocaman şehri dolaşmanın tadı farklıydı. Mutlu bir şekilde ayrıldık. Üzülmenin anlamı yoktu. Nasılsa İngiltere ve Belçika komşu ülkeler. Bu ilk ve son olmayacaktı ve bunun için birbirimize söz vermiştik. O evine döndükten sonra belki biraz dinlenip işine bakacaktı ama ben uçağa bindikten bir saat sonra Belçika'ya varıp, hayatıma isyan etmeye devam edecektim.

Havaalanında uçakların iniş yaptığı tarafta oturup dışarıyı izliyordum. Birden telefonum titremeye başladı. Dalgın halimle yerimden sıçradım. Babam arıyordu.
"Kızım, ne yapıyorsun?"
"Check-up'u geçtim, uçağın gelmesini bekliyorum."
"Tamam, seni Brüksel havaalanında bekliyor olacağım."
"Tamam, görüşürüz baba."
Telefonu kapattıktan sonra unutmadan uçak moduna aldım. Başımı kaldırınca, ilginç bir şekilde etrafımdaki hayattan kendimi kopuk hissediyordum. Ben bedenen havaalanındaydım ama zihnen Belçika'da okuduğum film okulundaydım. Aklımdan aynı anda on tane farklı düşünce geçiyordu ama isyan etmeyi Belçika'da yapacaktım. Kendi kendime böyle bir söz verdim. Kendime İngiltere'de olduğumu hatırlattım ve küçük valizimi sırtıma takıp, etrafımda bulunan mağazaların birine girdim. Arkadaşım İngiltere'de yiyeceklerin çok ucuz olduğunu söylemişti. Gerçekten de öyleymiş. Vegan bir sandviç ve bir Cola Zero için 3 pound ödedim. Az önce oturduğum cam kenarına geçtim ve dışarıya bakarak yemeğimi yedim. Kahretsin ki uçağa binmeden yine Belçika'da buldum kendimi. Zorlamanın anlamı yoktu. Kalbim isyan etmek istiyordu ve ben de isyan etmesine izin verdim. İsyan etmemek için zorlamazsam kendimi, belki de isyanım kendiliğinden azalacaktı. 

Bir kadın sesi arka arkaya anons yapmaya başladı. Yemeye başladığım sandviç bitmiş, açtığım Cola Zero nun asidi gitmişti. Anons sesini duyunca gözü açık bir şekilde uyuduğum uykudan uyandığımı hisseder gibi oldum. Saate baktım ve etrafımda oturan diğer yolcuların sıraya girmeye başladığını görünce anladım. Artık uçağa binmenin vakti gelmişti. Ah Londra, dünya seni görmek istiyor ama ben seni görüyor olmama rağmen seni hissedemiyorum. Şu biricik insanı büyüleyemedin ya, ne diyeyim ben sana. Uçağa yerleştikten sonra, cam kenarında göreceğim manzara için sabırsızlandım. Yolculuk bir hayli kısa sürmüştü. Onbeş dakika havalandıktan sonra yarım saat boyunca İngiltere topraklarını ve denizi izledim. Sonra Belçika'nın üzerinde de bir müddet uçup, son onbeş dakikada da inişe geçtik. Brüksel havaalanına iner inmez telefonumu uçak modundan çıkardım. Babamla buluştum ve beni öğrenci evime bıraktı. Küçük valizimi sırtıma takıp, babamla vedalaşıp evime girdim. Daracık ve eski olan asansöre binip üçüncü kata çıktım. Bu sene gelecek olan yeni öğrenci kiracılar henüz gelmemişti. Durumdan istifade edip tek kişilik odaya taşınmayı düşünüyordum. Nedense bu yıl bir köşeye çekilmek istiyordum. Birden gelen olur da odayı kapar diye geçeceğim tek kişilik odanın üzerine bir kağıt yapıştırdım. 'Esma'nın odası. Lütfen yerleşmeyin.' Bugün hiç yerleşesim yoktu. Yarın yorgunluğumu atmış bir şekilde yerleşmeyi düşünüyordum. Hayatta beni bekleyen sorumluluklar yokmuşçasına rahat bir duş alıp sonra kendime yemek yapacaktım. Ne kadar yorgun olsam da yaşamı sevebilme kabiliyetimi içten içe takdir ediyordum. Günün sonunda umudum vardı. Tünelin sonundaki ışığı görmüyordum ama orada olduğunu biliyordum. Banyoda duş almaya hazırlanırken, aynada gördüğüm yüze daha fazla bakmak istemiyordum. Saçlarımın biran önce uzamasını sabırsızlıkla bekliyordum. Şampuanlarıma saçımın daha hızlı uzayabilmesi için eklediğim yağların haddi hesabı yoktu. Saçlarımı nasıl bu kadar kısa ve saçma bir hale getirdim gerçekten anlamıyorum. Film okulundaki öğrencilerin yanında sanırım okulun en uzun saçı bendeydi. Saç bu tabii ki uzayacak deyip kendimi avuttum. Doğruydu bu. O saç tek bir an değil her gün uzayacak ve bir gün istediğim uzunluğa gelecekti. Ama içimdeki ses bu hayata karşı hissettiğim yabancılığı, dış görünüşüme de her türlü yansıttığımı söylüyordu. Üzerimde yabancı duran bu saç kesimi, hiçbir ifadesi olmayan suratım, değişen yeme alışkanlıklarım... Başımdan akan sıcak su ile birlikte yorgunluğumun ve bu düşüncelerimin akıp gittiğini hissediyordum. Duştan çıkıp saçımı kuruttuktan sonra kulağımın hizasındaki kabarık saçımı umursamayıp mutfağa geçtim. Sakin bir piano dinletisi açıp yemek yapmaya giriştim. Belçika yapımı mayonez ve ketçabı üç günde bu kadar özleyeceğimi hiç düşünmemiştim. Londra'da bir patates kızartması yerken "Afedersiniz, siz bunun üzerine yoğurt mu döktünüz?" dememek için kendimi zor tutmuştum. O şehrin övülecek başka çok şeyi var ama mayonezleri bana göre berbattı. Yemek kokusunun dışarı çıkması için camı açarken, evin karşısındaki anaokulunun bahçesinde bulunan kocaman ağaç ilgimi çekti. İnsan gerçekten fark etmek istediği şeyleri mi fark ediyordu? Koskoca yıl şu ağaç bir kere bile ilgimi çekmemişti. Yaprakları henüz dökülmemiş heybetli ağaç güzel bir manzara yaratıyordu. Etrafında kendinden yüksek olan evleri ve binaları umursamayıp, her gün duyduğu çocuk bağırışları sayesinde her sene bu kadar güzel yaprak açıyor olmalı diye düşündüm. Yemekten sonra sandalyemi alıp camın önünde oturup çay içtim. Akşamın serin havası ve hafif rüzgarı yüzüme vurup kabarık saçımı dalgalandırıyordu. Gözlerimi kapatarak anı yaşıyordum.

hayalimin peşinden gitmekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin