14

67 6 2
                                    

Aralık sonu, 2019

Burger restoranında çalışmaya başlamadan önce nöroloğum ile görüşmüştüm. Baş ağrılarım için bir hap vermişti ama ben uyku düzensizliğim ile ilgili şikayetlerimden de bahsedince, uyku hapı da yazmıştı. Yakın bir eczaneden hem migren hem de uyku ilaçlarımı almıştım. Bu kötü kokulu bitkili uyku hapları uyku düzenimde pek bir fark yaratmıyorlardı. Doktorumun baş ağrılarım için verdiği hapın da yan etkilerini okuduktan sonra o hapı çöpe atmıştım. Sonra çöpteki ilaç kutusuna bakıp 'Ben kimim ki? Bir nörolog hastası için en iyisini istemez mi?' diye düşünürken buldum kendimi. Ama kim baş ağrısından kurutulmak için saç dökülmesi, kilo alma, depresyon, halsizlik, sivilce gibi yan etkileri kabul etmek ister ki? İşe başlamadan önce geçirdiğim o günler çok tatsızdı. Başım ağrıdığı için mi uykusuzdum ya da uykusuz olduğum için mi başım ağrıyordu bilmiyordum. Çıkışı olmayan uzun süren bir döngüye girmiştim sanki. Cuma günü, yani restorandaki beşinci günüm, günlerdir öğlen saatlerinde yükselen migren ağrılarım dişlerime vurmaya başlamıştı. Birazcık gözlerimde de hissetmeye başlayınca müdürüme kendimi iyi hissetmediğimi söyledim. Aslında erken çıkabilme imkanım var mı diye sormak istedim ama yüzü hemen asılınca, sormaya çekinmiştim. "Seninle birlikte bugün iki aşçımız var ve kalanı kasada çalışacak. Erken gidebilmen söz konusu değil." dedi ve acelesi olduğu için hemen çıktı. Menajerlerden biri benim ona bu soruyu sorduğumu duymuştu ve "Ağrı kesicin var mı?" dedi. Başımı salladım ve ağrı kesicimi almak için arka kapıdan aşağıya indim. Giyinme odalarında dinlenecek bir yer olmadığı için montumu yere serip hapımı içtikten sonra bir beş dakika oturdum. Bu durum hiçbir şey değiştirmediği için ve müşterilerin öğle aralarında olduklarını bildiğim için tekrar yukarı çıkıp işimin başına geçtim. Çalışırken makinelerden bedava içecek alabildiğimiz için sürekli bir şeyler içip migrenimi unutmaya çalışıyordum. Bir soğuk su içip, bir Fanta içiyordum, sonra Sprite içiyordum ve tuvalete gidiyordum. Geri gelince tekrar bir şeyler içip burgerlerimi yapmaya devam ediyordum. Saatlerce bunu tekrarladıktan sonra işimin son saatlerine doğru baş ağrım çok farklı bir şekil almıştı. Burgerlere bakmaktan ve sürekli sıcak buhara yaklaştıktan sonra soğuk klimayı hissetmekten başımı kaldıramıyordum. Çıkış saatim yaklaştıkça dilimin yavaştan uyuştuğunu hissetmeye başladım. İşten sonra hastaneye gitmem gerektiğini düşünüyordum artık. Daha önce bu kadar farklı semptomlar hissetmemiştim. Sanki tüm bedenimde inceden bir ateş hissediyordum. Migrenden ateşim mi çıkıyordu? Bu çalıştığım yerin rutini benim gibi hassas bir baş ağrısına sahip olan birisi için çok zor geliyordu. Ya benim zayıf bir bünyem vardı, ya da bu insanlar robotlaşmış bu rutine alışmışlardı ve ben henüz yolun başındaydım ama ben daha fazlasını yapamayacaktım. Uyku haplarım son iki gecedir beni rüyalarımdan sıçratarak uyandırıyordu. Bu bir hafta süren çarpıntılarımı biraz daha uzatırsam kendime çok zarar vereceğimi hissediyordum. "On dakika sonra mesainizi bitirebilirsiniz arkadaşlar." dedi menajer. Birkaç menü daha hazırladıktan sonra saat 21:00 olmuştu. Saçımdaki şeffaf lastiği çıkarıp çöpe attım ve boynumdaki önlüğü arkamı dönmeden masanın üzerine bıraktım. Çıkışımı kaydetmek için müdür ofisinin yanındaki makinede parmak izimi okuttum ve kimseye pas vermeden aşağı indim. Üzerimi değiştirdikten sonra çıkıp kasaya uğradım ve kendime bir balık menüsü sipariş verdim. Tren de bir şeyler yemem gerekiyordu, yoksa hastaneye gitmeden bir yerlerde düşüp bayılırdım. İstasyona varınca trenimin gelmesine daha on dakika vardı. Oturabileceğim bir yer buldum ve siparişimin patates kızartmasından yemeye başladım. Gün içinde içtiğim onca içecek ve erken başlayan baş ağrısı yüzünden acıktığımı farketmemiştim. Atıştırayım derken trenim gelmeden yemeğimi bitirmiştim bile. Elimde bir meyve aromalı sodayla çöplerimi atmaya kalktığımda trenim gelmişti. Binip kendime bir yer bulduktan sonra içeceğimden yudumlamaya devam ediyordum. Oturduğumda sanki bacaklarımda karıncalar geziyordu. Gözlerimi kapatıp dinlendirmekte bile zorlanıyordum. Göz kapaklarım sanki şişmiş ve içinde elektrik çarpmış gibi bir acı hissediyordum. Sakin şarkılar dinleyip bir şekilde Brüksel'e kadar sabrettim. Brüksel Merkez Istasyonunda direkt hastaneye giden bir metroyu bekliyordum. Tam o sırada tesadüfen hala görüştüğüm çocukluk arkadaşım mesaj atmıştı. Biraz mesajlaştıktan sonra hastaneye gittiğimi söylediğimde beni hemen aradı. "Esma nasılsın? Ne oldu?" diye sormuştu. "Bir haftadır normalinden fazla migrenim tuttu. Bir doktora görünsem iyi olacak." Çocukluk arkadaşım kendi arkadaşı ile beni istasyondan almaya gelecegini söyledi. Bu teklifi geri çevirme gibi bir lüksüm olmadığı için kabul ettim. İstasyondan evime giden metroya bindikten sonra arkadaşım beni evimin önünden almaya gelmişti. Hastane buradan daha yakındı. Arabada pek konuşamadım çünkü biner binmez kendimi arka koltuğa bırakmıştım. Arkadaşım da bu halimi görünce bana pek soru soramamıştı. Normalde araba sağa sola döndüğünde midem bulanırdı ama bu akşam uzanabildiğim için gerisi beni ilgilendirmiyordu bile. Hastaneye vardık. Onlar beni arabada bekleyeceklerdi. Arabadan çıktığımda hafif yağmur yağıyordu. Düşen her küçücük yağmur damlası sanki patlamaya hazır olan başıma koca bir darbe gibi acı veriyordu. İçeri girdiğimde rahatsızlığımı anlattım ve beni sisteme işledikten sonra koluma kağıttan ince bir bileklik taktılar. Bekleme salonuna geçince hiç kimse olmamasına rağmen bir hayli beklemiştim. Bu nedenle bir süre sonra boş olan oturaklara şalımı serdim ve üzerine uzandım. Bir on dakika sonra bir doktor adımı söyledi. Doktorun muayene odasına girdiğimde tansiyonumu ölçtü, ateşime baktı ve nefes alışımı kontrol etti. Migren şikayetimden bahsettiğimde doktor endişelendi ve beni ikinci bir doktora yönlendirdi. Daha farklı bir bekleme salonuna geçtiğimde kendisi bir plastik bardağa su doldurmuş ve birkaç hap getirmişti bana. Burada da bekleyeceğimi biliyordum ve bu nedenle montumu üzerime serdim ve başımı arkaya yaslayarak gözlerimi kapattım. Bir yirmi dakika sonra bir doktor adımı çağırdı. Beni bir odada hasta yatağına oturttu ve bilgisayar masasına yöneldi. Az önceki doktora anlattığım şikayetlerimi sesli okudu. Aynı soruları tekrar sormadığı için içim rahatlamıştı. "Biraz kötü görünüyor ama endişe etmeyin. Sizden birkaç hareket yapmanızı isteyeceğim, tamam mı?" diye sorduğunda başımı sallamıştım. Sırtıma örttüğüm montumun kollarını tutuyordum ve ellerimi onlardan çekip bacaklarımın üstüne koydu. "Mide bulantısı, baş ağrısı ve sıcaklık hissettiğinizi söylüyorsunuz. Şu anda da üşüyorsunuz. Hmm... Tamam, başlıyoruz. 10'a kadar yüksek sesle sayar mısınız?" diye sordu. Saymayı çenemdeki gerginlik nedeniyle biraz zor yapıyordum ama 10'a kadar sayabilmiştim. "Tamam, harika. Şimdi sizden parmağımı takip etmenizi isteyeceğim." dedi ve işaret parmağını sağa ve sola kaydırmaya başladı. Gözlerimdeki ağırlık yüzünden oldukça zorlanıyordum ama yapabilmiştim. "Bu da tamam! Şimdi dilinizi çıkarabildiğiniz kadar dışarı çıkarın." Bu basit hareketler beynime giden acıyı çoğaltıyordu sanki. "Son olarak yapmanızı istediğim şey dikilip beş saniye boyunca tek ayak üzerinde durmanız." Oflayarak sırtıma örttüğüm montu yatağın üstüne koydum ve uyuşuk bir şekilde sağ ayağımı kaldırarak dengeli bir şekilde durmaya çalıştım. Doktor birden oturduğu küçük yuvarlak ve tekerlekli sandalyeden kalktı ve derin bir nefes çekerek "Tamamdır Esma hanım! Açıkçası semptomlarınızı beyin kanamasına benzetmiştim ama merak etmeyin, ağır bir migren atağı geçiriyorsunuz. Bu durum da hiç hoş değil tabii ki, ama dinlendikten sonra her şey yoluna girecektir. Bir nörologla görüştüğünüzü belirtmişsiniz. Tekrar gitmenizi tavsiye ederim." dedi ve içi ilaç dolu olan bir dolabı açtı. "Ben az önce hap içmiştim..." diye söylendim. "Evet, dosyanızda okudum. Onlar normal ağrı kesicilerdir. Size migreninizi azaltacak bir ağrı kesici vereceğim." derken bir bardak su ile birlikte iki tane başka hap verdi. "İsterseniz biraz oturduktan sonra gidebilirsiniz." dedi. Güleryüzlü bir şekilde "Kendinize dikkat edin Esma hanım!" dedi ve çıktı. Ben de biraz oturup kalktım. Gece çalışan diğer hemşirelerin etrafında bir buçuk saattir dolandığım için çıktığımda onlar da beni tanıdılar ve gülümseyerek "İyi geceler!" dediler. Arkadaşıma çıkacağımı haber ettim. Hastanenin çıkış kapısının önüne geldiler. Arabaya bindiğimde arkadaşım ön koltuktan arkaya dönüp gözlerimin içine bakarak bir şey söylememi bekledi. O an ona ne kadar minettar olduğumu bakışlarımdan anlamış olmalıydı. "Her şey yolunda. Ağır bir migren atağı geçiriyormuşum. Çok teşekkür ederim İbtissam." dedim ve dudaklarımda küçük ve yorgun bir gülümseme oluştu. Çok soru sormadan arkadaşına yolu tarif etti. Başımı arkama yasladım ve sağ tarafa çevirerek yağmurlu ve karanlık şehrin içindeki yolculuğumuzu gökyüzüne bakarak geçirmeye başladım. Kendimi tutamiyordum, ağlamaya başlamıştım. Elimden geleni yapmama rağmen bulunduğum bu durum yormuştu beni. Bir işimin olması zorunluydu ama beni bu hale getiren bir iş yerinde devam etmem ne kadar mantıklıydı? Deniyordum ve bunu biliyordum çünkü her sabah Anverse kadar gitmeyi göze almıştım... Ah Brüksel ah....Yüksek bir tümsekten geçen araba birden bu düşüncelerimi şirkelemişti. Arkadaşım radyoyu kısık sesle açmıştı. Yanımdaki camın üzerine dokunan yağmur damlalarının sesi ile birlikte evime dönüyordum. 

Karanlık kucaklar üşüyen ruhumu,
Ümitsizliği ile feth eder içimi.
Bu düşünceler boğar ruhumu,
Keser içimdeki çiçekleri.
Kara düşünceler bilmez çiçeklerin kökünü,
Gördüğü ile yok sanar, döner sırtını.
Gördükleri ile yok olan çiçeklerim,
Sizleri beklerim.
Kökünden büyüyecek olan çiçeklerim,
Beni bekleyin.
Az önce karanlık beni kucakladı,
Güzelce saklanın, çiçeklerim.

hayalimin peşinden gitmekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin