3

183 20 7
                                    

Eylül sonu, 2019

Bugün film okulunda sınıfta kaldığım senemin ilk günü. Sabah uyanıp kendime geldikten sonra hazırlanmaya başladım. Siyah bol paçalı pantolonumu giyip üzerime yünlü bol bir kazak giydim. Hayatının baharını arkasında bırakmış birine benziyordum. Zayıflamış esmer yüzümü daha da karartmak için gözlerime eyeliner çekip maskara sürdüm. Mutfağa giderken yeni yerleşen ev arkadaşlarımdan birinin kahve yaptığını gördüm. Bütün evi saran bu güzel kahve kokusunu ben sadece koklamasını biliyordum. İçmeyi bir türlü sevemiyordum. Buzdolabını açıp bakındıktan sonra her zaman yaptığım şeyi yapacaktım. Bir bardak soğuk süt ile çikolatalı ekmek yiyecektim. Saate baktım. Tramvaya yetişmem gerektiğini görünce iki dilim ekmeği paketleyip çantama attım. Sütümü yudumladıktan sonra dolaptan bir paket çikolatalı bisküvi alıp evden çıktım. Film okuluna varınca geçen seneye göre daha fazla öğrenci olduğunu fark ettim. Film okulunun sosyal medya hesabı açmış olduğunu hatırladım. Sanırım bu yüzden bir hayli öğrencinin ilgisini çekmiş olmalılar. Netflix patladığından beri bu alanda kendine gelecek kurabilme fikri yaygın bir şekilde yayılmış olmalı gençlerin arasında. Hepsinin yüzünde bir heyecan, bir azim sezmiştim. Geçen sene ilk günümde bende olan enerjiydi bu. Hiçbirinin karşılaşacakları rutinden haberleri yoktu. Aralarından sessiz ve umursamaz bir hava ile geçtikten sonra geçen seneden birkaç arkadaşımı gördüm. Onları gördüğüme çok sevinmiştim ama içimden birden şiddetli bir ağlama isteği geldi. Ağlamadım tabi. Buna karşı dolan gözlerimle çenemdeki ağrıyı çekmeyi tercih etmiştim. Neden sürekli bir ağlama hissi ile dolaştığımı da çözmüş değilim. Arkadaşlarımın yanına gelince birkaç tanesine sınıfta kaldığımı söyleme imkanım olmuştu. Diğerleri arkadan gelmişti ve tam o an hocalar konuşmaya başladı. Kısa bir giriş yaptıktan sonra birinci ve ikinci sınıfların ayrılmasını istemişlerdi. Öncelikle birinci sınıfta olanları ön tarafa çağırdılar. O an en önde ben bulunuyordum. Yerimden kımıldamadığım için sınıfta kaldığımı haber etmediğim birkaç arkadaşımın fısıldamalarını duyuyordum. Arkamı döndüğümde sırayı dolduran öğrencilerden arkadaşlarımı göremiyordum artık. Hocalar film okulunu ve diğer kampüsleri gezdirdikten sonra bu okulda öğrenci olmanın güzel yanlarından bahsediyorlardı. Öğrencilerini sömürdüklerini tabii ki anlatmayacaklardı. Bütün bu bilgileri ikinci kez dinledikten sonra artık mola zamanıydı. İçimdeki daralma hissi azalmıştı. Dışarı çıkıp çayırın üstüne oturdum ve bir grup yeni öğrencilerle tanıştım. Onlar çok heyecanlı bir şekilde film okulunda okuma seçimlerinden bahsettikçe, ben yemeğimi yiyip sadece başımı sallıyordum. Moladan sonra derslerle alakalı bilgi vereceklerdi ama ben bunaldığım bu ortamdan kaçmak istiyordum. Kalkıp üzerimi silkelerken, yeni öğrencilerden biri "Gidiyor musun?" diye sordu. "Evet, zaten bildiğim şeyler. Sonra görüşürüz." dedim. Ani kalkışıma anlam veremeyen, bu gözleri heyecan dolu insanlar, "Tamam o zaman. Haftaya görüşürüz." dediler. El salladım ve uzaklaştım.

(Bir hafta sonra)
Bugün derslerin birine katılmayı düşünüyordum. Öğrenecek yeni bir şeyim olur diyerek ders kitabımı çantama atıp pozitif bir güne başlamıştım. Deniyordum en azından. Okula varıp derse girdikten sonra bu dersin hocasını hiç sevmediğimi hatırladım. Hoca yeni öğrencilere dersle alakalı bilgi vermeye başladıktan sonra dersi ikinci kez kimin aldığını sordu. Koskoca sınıfta kalan bir tek ben değilimdir diye düşünerek elimi kaldırdım. Çok şaşırmıştım. Tabii ki sadece ben kalmadım bu dersten ama kalanlardan bir ben katılmışım. Hoca bana baktı ve gülümsedi, "Evet, zor bir ders ama sınavlarım kolaydır aslında." dedi. Bu konunun üzerinde fazla durmadığı için bi an rahatlamıştım ama ne yazık ki devam etti "O yüzden sınavımdan kalanlar benim için birer aptaldırlar." Ön tarafta oturan öğrencilerin yarısı dönüp yüzüme aşağılayıcı bir ifade ile baktı. İçimden 'bu dersten kalan bütün öğrenciler burda olsaydı acaba aynısını söyler miydin?' demek geçti ama söylemedim. Öğrencilerin bana dönüp bakmasını da fazla aldırmadım çünkü dersin daha başındalardı. Bir üç hafta geçsin de görürüm ben onları. Hocaya çok kızmıştım. Böyle davranmasını gerektiren neydi? Ne eldi etti bunu söyleyerek? Hayatımda öğretmenlerle alakalı düşüncemi temiz tutacak iki veya üç özel öğretmen tanımasaydım sanırım hepsinden nefret ederdim. Onların dersine gelince günleri kararan öğrencilerin sayısını bilseler, utanırlar mıydı acaba diye merak ediyorum. Ders bitmişti. Tramvaya yetişmek için hızlıca hazırlanıp bu sıkıcı ortamdan çıktım. Okulda olan bu saçmalıktan sonra içime bir süre önce oturan kendimi buraya ait hissetmeme hissi gittikçe büyüyordu. Hoca için küçük bir tepki olabilirdi ama bende biriken bu okul bıkkınlığını taşıran bir sözdü. Hiçbir şey elde edememekten çok yorulmuştum. Hayalimin peşinden gitmek beni hayata çok karamsar bakmaya sürüklemişti. Eğer bu hayatta herkes birbirine görünmeyen iplerle bağlı ise, başkalarına bağlı olduğum bu iplerin kesildiğini hissediyordum. Kalabalığın içinde bir uzaylı gibiydim. Karnımı dolduran bu tuhaf his yüzünden her an kusabilirdim. İnmem gereken durağa yaklaştıkça çenemdeki ağrı artık çekilmez hale geliyordu. Tramvayın kapıları açılır açılmaz gözlerimden yaş akmaya başladı. Brüksel Güney İstasyonunda iner inmez etraftaki insan sesi, otobüslerden çıkan korna sesleri, tramvayın zil sesi ve taksi şoförlerinin sesli konuşmaları arasında ilerlerken bir an bedenimden çıkıp yukarıdan kendimi izlediğimi düşündüm. İnsan ne tuhaf ve karışık bir varlık. Kendime yabancılaştığımı da o an anlamış oldum. O an olmak istediğim yer ve bedenimin ilerlediği yol aynı yere gitmiyordu.

hayalimin peşinden gitmekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin