Sabah Levent'in "Günaydın" mesajıyla uyandım. Ben de "Günaydın", diyerek cevap verdim.
"Akşam yemek yer miyiz?", diye sordu bu sefer.
"Akşama arkadaşıma söz vermiştim", yazdım üzgün surat ekleyerek. Telefonum çaldı.
— Yazmaktan sıkıldım. Günaydın güzellik. Madem akşama görüşemeyeceğiz, o zaman telefonda söylemem gerekiyor, Cuma akşamı lise tayfası ile buluşacağız. Seninle tanışmak istiyorlar, dedi pat diye. Kala kaldım. Daha çok erken değil miydi? Yani biz birbirimizi daha tanımdan, arkadaş ortamına sokmak için bence çok erkendi de aldığım karar yüzünden "Olmaz", diyemedim. Onun yerine;
— Olur, dedim canımın sıkıldığını belli etmemeye çalışarak.
— Harika, süper. O zaman, ben seni iş çıkışı alırım, beraber geçeriz, dedi heyecanla.
— Olur, olur, dedim yine biran önce telefonu kapatmak için.
— Tamam o zaman. Ben seni daha fazla tutmayayım da geç kalma. Sana çok güzel bir gün diliyorum. Benim günüm sayende süper geçecek, dedi ve vedalaşarak, telefonu kapattık. Akşam Tolga'yla beraber, spor salonuna gittiğim için daha bir sevindim. Bu stersi ancak kum torbası hafifletirdi.
Hızlıca hazırlandım, dolabımın derinliklerinde her daim hazır duran ama uzun süredir gün yüzü görmemiş spor çantamı da alıp, odamdan çıktım. Annemin tüm sitemlerine göğsümü siper edip, kahvaltı etmeden evden ayrılmayı başardım. Köşedeki simitçiden aldığım simidi kemirerek, metro durağına doğru yürürken, Samet ile karşılaştım.
— Günaydın Samet yeni ev arkadaşın hayırlı olsun, dedim tek kaşım havada.
— Günaydın Ebru. Sen nereden biliyorsun?, diye sordu şaşkınlıkla.
— İzin günümde bizim veledingolarla top çevirirken...
— Top kaçtı, sen de almaya çıktın, dedi ve gülmeye başladı.
— Samet ya alay etme sabah sabah. Asıl sen söyle bakalım, hemen pıt diye ev arkadaşını nereden buldun?, diye sordum daha fazla alay etmesin diye üste çıkarak.
— Ali'yle karşılaştık. Boşanmadan haberi vardı zaten. Laf arasında söyledim. O da "Yeni bir komiser tayin oldu, ev arıyordu, sorayım", dedi. Hakan'da kabul etmiş. Ertesi gün geldi, iki gün içinde de taşındı, dedi umursamaz bir tavırla. Önemli bir şey değil yani, der gibi bir hali vardı.
— Senin adına sevindim de oğlum insan bir haber verir. Az buçuk rezil oldum, dedim sırıtarak.
— Aman senin için normal bir durum. Bence sen takmamışsındır bile, dedi kaşlarını kaldırıp, muzip bir şekilde yüzüme bakarak.
— Takmadım çünkü bizim güvenlik şefi Salih Abinin arkadaşı, daha önceden tanıyordum, dedim kendimden çok emin. Tabii ki külliyen yalan. O bisküvi reklamı itemi hali aklıma geldikçe, kendimi çimdiklemek istiyordum.
— Aa iyi o zaman, dedi bu sırada bizi uzaktan gören Tolga;
— EBRUUU, diye bağırarak ve el sallayarak, hızla bize doğru gelmeye başladı. Yanımıza gelince de;
— Günaydın gençlik n'abersiniz?, dedi neşeyle.
— İyiyiz be cano sen nasılsın?, diye sordum ben de koluna hafifçe vurarak.
— İyiyim hem de çok iyiyim. Ee sis akşama salona geliyorsun değil mi?, diye sordu merakla.
— Evvet, dedim "V"'nin üzerine bastırarak, gururla çantamı gösterirken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seni Sevebilir Miyim?
General FictionMerhabalar ben Ebru Durul. Okuyacağınız bu hikaye benimle ve ailemle ilgili. 24 yaşındayım. İstanbul'un kalbur üstü semtinin, ünlü bir giyim mağazasında, müdürüm. Yedi sene önce babamı kaybettiğimden beri aslında kendimi ve onun katilini arıyorum...