Gözlerinde ateş vardı.
-- EBRUU DERDİN NEE?, diyerek kükredi.
-- Sen osun, diyerek fısıldadım.
-- O ne?, diye sordu şaşkınlıkla.
-- O işte o, bana verilen plaka bu motora ait, dedim plakayı işaret ederek.
-- Bir yanlışın olmalı, bu sahte bir plaka. Emniyet bu görev için yaptı. Gizli kimliğime kayıtlı, dedi şaşkınlıkla.
Ceplerimi karıştırıp, telefonumu buldum ve maillerime girdim. Gizlediğim e-postayı açıp, üzerine yürüdüm.
-- İşte burada, bakta kendi gözlerinle gör, dedim karşısında dimdik durup, telefonu gözüne sokarken. Telefonu elimden çekip aldı. Gelen postayı okumaya başladı. Sonra telefonu bana uzatıp;
-- Adi herifler polis olduğumu çakmışlar. Aradıklarımız muhtemelen bu salakların içinde yok, dedi saçlarını parmaklarıyla sıvazlayarak.
-- Ben ne alakayım, dedim şüpheli bir biçimde.
-- Seni yem olarak kullanmışlar. Yarışı sabote etmek için ya da yakalanırlarsa seni öne süreceklerdi. Ne bileyim Ebru? Ben aralarına daha yeni katılmıştım. Çeteye sızmak için uğraşıyordum. Bir yerde açık vermişim işte. Hay ben böyle işin. Komiser şimdi beni resmen oy.c.k, dedi ve okkalı bir küfür savurdu.
-- Yani senin babamın cinayeti ile... diye söze başladım da devamını getiremeden;
-- Kızım baban öldürüldüğünde ben muhtemelen çaylak bir polis memuruydum. Üstelik İstanbul'da bile değildim. Nereden nasıl haberim olacak babanın cinayetiyle. Yeter ama ya! Bence senin acil bir tedaviye gitmen gerekiyor. Yoksa ya kendini öldürteceksin ya da bir başkasını, diyerek omuzlarımdan tutup beni sarstı.
-- Gittim tamam mı gittim de bana hiçbir faydası olmadı. O günü, babamı, acımı içimden söküp atamıyorum. Anlayamadığım çok şey var. Birbirini tutmayan bir sürü parça. Hakan bu cinayette bir yanlışlık var, derken kendimi kaybedip, her zaman ki gibi ağlama krizine girmiştim. Kendime geldiğimde kuru asfalt üzerinde, onun kucağında iç çekiyordum. Hakan ise;
-- Tamam güzelim, geçti. Özür dilerim, diyerek beni kollarında sallıyordu. Usulca kollarından çıktım. Gözyaşlarımı ellerimin tersiyle silerken;
-- Kusura bakma, sen öyle üzerime gelince, ben kendimi kaybettim, dedim ayağa kalkmaya çalışırken.
-- Dur dur yavaş, dedi bana yardımcı olmaya çalışırken.
-- Hadi artık yola çıkalım. Ekip...
-- Telefonunu verir misin?, diye sordu sakin bir şekilde. Uzattım. Kendi telefonundan bir numara bulup, benim telefonumdan tuşladı;
-- Amirim ben Hakan. Motor ve ben ifşa olmuşuz. Ne yapmamı istersiniz?, diye sordu saygılı bir biçimde.
--...
-- Ebru kız arkadaşım, bir şekilde yarışa dahil olmuş. Ona benim plakamı göndermişler... diye devam etti. Artık kız arkadaşı olarak beni mesai arkadaşları da tanımış oldu. Oh Ebru emniyetin milli gelini de oldun hadi bakalım hayırlısı, diye düşündüm aptalca. Olaylar iyice arapsaçına dönerken ben hala adamla ilgili romantik hayaller kuruyordum. Salaklık umarım geçicidir. Kalıcın olursa gerçekten hayatta kalmam mucize olur, diyerek kendi kendime sövmeye başladım.
-- Tamam amirim, motoru bırakıp devam ediyorum. Emniyette görüşürüz, dedi ciddi bir şekilde telefonu kapatırken.
-- Amirim seninle konuşmak istiyor. Şimdi beraber emniyete gidiyoruz. Merak etme hiçbir şeyle suçlanmayacaksın. Bu motoru onlar gelip alacaklar. Biz benim motorla gideceğiz, dedi telefonumu bana uzatırken. Sesinde inanılmaz bir şefkat, yüzünde itiraz kabul etmeyen bir ifade vardı, bir kez daha ondan gerçek manada çekindim ama bir o kadarda rahatladım. Nihayet sığınacak limanımı bulmuştum. Kafamda ve kalbimde bu düşünceler dönerken sesimi çıkartıp, itiraz edemedim ve direkt motora bindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seni Sevebilir Miyim?
General FictionMerhabalar ben Ebru Durul. Okuyacağınız bu hikaye benimle ve ailemle ilgili. 24 yaşındayım. İstanbul'un kalbur üstü semtinin, ünlü bir giyim mağazasında, müdürüm. Yedi sene önce babamı kaybettiğimden beri aslında kendimi ve onun katilini arıyorum...