5

26 3 0
                                    

Nisan ayı olmasına rağmen hava baya serindi. İyi ki kalın giyinmişim diye geçirdim içimden. Saat sekizde uyanmak gibi yok. Herkes uyuduğu için, çünkü hepimiz bolca içtik. Bende çantamı kaptım ve biraz adada turlamak iyi olur diye düşündüm. Adanın merkezi küçüktü. Dükkanlar, cafeler, restaurant, sanat galerileri, birkaç pasaj, parklar ve kilisesi vardı. Biraz turladıktan sonra ufak bir cafeden biraz ballı çörek aldım ve evin yolunu tuttum. Çok uzun kalmamıştım ama sanırım artık uyanmış olmalıydı ev ahalisi. Kapıdan içeri girdiğimde büyük camların arkasında, terasta Brad'i otururken gördüm. Kahve içiyordu. Hazır kahveden kendime de doldurup yanına çıktım. 

"Günaydın, erkencisin." dedi.

"Günaydın, alkol sonrası hep erken uyanırım."

"Serin bir sabah. Ada nasıldı, beğendin mi?"

"Ufak ve şirin. Yürümek iyi geldi. Çörek aldım yer misin ?"

"Teşekkürler. Çocuklar uyansın birlikte kahvaltıda yeriz."

"Gel biraz denize ayaklarımızı sokalım ayılırsın." dedim. Serin olabilir ama deniz mükemmeldi.

"Tamam." dedi ve kumsala atladık. Ayaklarımızı suya soktuğumuzda içime işleyen serinlikle irkildim.

"Üşüyeceğimizi biliyordun." dedi gülerek. 

Biraz denizi seyrettik öylece. Sohbet ederken dudakların dökülen her kelime sanki muazzam bir şiirden alıntı gibiydi. Sabaha kadar dinlemek, izlemek istiyordum. Bu adaya bir daha geleceksek yine onunla gelmek istiyordum. Aramızda birşey vardı, bir çekim. Ne olduğunu hala anlayamadım ve bu sadece ikinci karşılaşmamızdı ancak birşey vardı. Magazinlerde gördüğüm ve sevgilisi olan oyuncu bayanla hala birliktemi diye düşündüm bir an. Umarım değildir, umarım değildir. Sormak istedim ama soramazdım, tabiki soramazdım.

"Hala kız arkadaşınla birlikte misiniz?" Aman Tanrım tam bir salaktım!

"Kız arkadaşım?"

"Özür dilerim, sesli söylemek istememiştim." utanıyordum kendimden, hemde çok.

"Hayır değiliz. Kendi ülken dışındaki magazini de takip ediyorsun ne güzel."

"Kızdırmak istememiştim, affedersin." deyip hemen eve doğru yürümeye başladım. Banane onun sevgilisinden, yeni tanıştığım birine bunu ne diye soruyordum.

"Dur lütfen!" dedi. Yürümeye devam ettim, terasa çıktım.

"Durur musun?"

"Tamam yeterinde haddimi aştım biliyorum, zaten yarın dönüyoruz bir daha da karşılaşmayız. Bir gece daha bana dayanabilirsin umarım. Sormak istememiştim, aslında istemiştim ama sesli söyledim. İçimden söylemem gerekiyordu..."  cümlemi tamamlayamadan dudaklarımdaki sıcaklık tüm bedenimi sardı.Belimi sıkıca kavramış, diğer eliyle yanağımı nazikçe tutmuştu. Bırakmaması için dua ettim ancak bıraktı ve...

"Fazla mı konuşuyorsun ?" dedi gülerek.

"Ben, şey..."

"Fazla büyüttün ben kızmadımki. Sadece merak ettiğin bir soruydu sorun yok." dedi, eli hala belimdeydi.

"Tamam, sorun yok." dedim ve güldüm.

Yukarıdan ayak seslerini duyunca istemdışı kendimi çekmek istedim ancak izin vermedi. Mel ve Sam bizi öyle gördüğünde, Mel'in ağzının kulaklarına varması görülmeye değerdi.

"Günaydın gençler." diye kıkırdadı, ama hiç birimiz yorum yapmadık.

Keyifli bir kahvaltıdan sonra adayı dolaşmaya karar verdik. Tüm kahvaltı boyunca Brad daha yakındı. Bende o nasıl davranıyorsa öyle ama biraz temkinli davrandım. Arabaya bindiğimizde kaptan Sam, bizi bir Viking kasabasına götüreceğini söyledi. Benimle birlikte Brad'de oraya ilk kez gidiyordu. Yolda kahve aldık ve kasabaya doğru yollandık. Gittiğimiz yerin adı Poulsbo'ydu. İkinci adı 'Küçük Norveç'. Burayı kurmalarının sebebi gerçekten de Norveçi andırmasıymış. Arabayı parkettik ve dolanmaya başladık. Küçük yerel dükkanlara girip çıktık. Hem yağmurdan korunuyorduk, hemde ilk kez gördüğüm bu şirin dükkanlarda nevar ne yok diye bakıyorduk. Brad bol bol fotoğraf çekti. Hatta bir tanesinde ben şapşal gibi çıktım (bunu alsa silmeyecekti). Sokak isimleri Sam'in dediğine göre Viking tarihini yansıtıyordu. Nefis körfez manzarası ve sıcaklığıyla harika biryerdi burası. Ufak bir pastaneden tatlı aldık, ekler bile vardı. O anda evimi özlediğimi farkettim ve Brad'e bunun Türkiye'de de yapılan bir tatlı olduğunu söylediğimde ondan almayı tercih etti ve ısırmam için bana da uzattı. Aman Tanrım benimle tatlısını paylaştı, hatta pastahaneden çıkarken belimden tuttu. Heyecandan kalbim ağzımdan çıkacaktı. O kadar çok yürümüştükki ayaklarım ağrımıştı.

Eve vardığımızda kendimi koltuğa attım, Brad'de yanıma sokuldu ve başını omzuma koydu.

"Garip geliyor değil mi?" dedi.

"Neyin garip gelmesi gerekiyor Brad?" dedim.

"Düşmek üzereyken seni tuttuğumda, yüzündeki ifade beni allak bullak etti. Daha önce baktığım hiçbirşeye benzemiyordu. Ürkekti, korunmasızdı, utanmış... Farklı olduğunu anladım. Çok konuşmadık belki biliyorum yani birbirimizden, ama ben sanki seni uzun zamandır arıyormuşum gibi hissediyorum. Bu çok garip seni tanımıyorum bile ama seni yanımda istiyorum. Anlayamıyorum." dedi ve başını omzumdan çekip bana baktı.

"Bunları şimdi konuşmasak, yarın dönüyoruz zaten buranın tadını çıkarsak olur mu? Çünkü ben şuan gerçekten çok mutluyum. Konuştuğumuzda mutsuz olacağımı söylemiyorum tabi ama yine de bunları uzunca konuşmamız gerekiyor sanırım." dedim ve sanki bana çıkma teklif ediyormuş, bende kabul etmemişim gibi davrandım. Pişmanlıklarım boyumu aşmaya başlamıştı.

"Tamam, haklısın sanırım cevabımı aldım. Yani sana da garip geliyormuş." dedi ve güldü. Elimden tuttu, ayağa kaldırdı. 

"Hadi yardım edelim çok acıktım." dedi.

"Bende, hadi." dedim. Önden yürümeye başladı ve durdu arkasını döndü aniden yine beni kendine çekip dudaklarını dudaklarımla buluşturdu.

"Bunlar hep ani mi olacak?" diye sordum gülerek.

"Böylesi daha heyecanlı oluyor." dedi ve elini omzuma doladı.

Mel ve Sam bize bakıp sırıtıyorlardı, ben ise kendimi lisedeymişim gibi hissettim. Hala ürkek, hala çocuk, heyecanlı...

KUM TANELERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin