Hızlıca koşuyordum, sokak ışıklarının çoğu çalışmadığı için beni gölgede bırakıyordu. Bu bir artıydı. Gizlenmek, hayatta kalmanın ilk koşuluydu.
Peşimdeki ayak sesleri sokakta yankılanıyor ve kulağıma ulaşıyordu ancak kalbimin çarpıntısının sesini bastırmak için çok daha fazlası gerekiyordu. Amacım sessiz olmaktı, kaçarken bunu yapmak çok zor olsa da bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun sesi ayaklarımın çıkarttığı sesi kamufle etmekte fazlasıyla iş görüyordu. Issız, karanlık bir sokağa girdiğimde arkamdan gelen avcının, "O tarafta!" dediğini duydum.
Kaçamayacaktım. Duraksadım, gözlerim etrafta gezindi ve sonunda karanlık bir köşeyi buldu. Eğer biraz ayrıntılı bakarsa beni görme ihtimalinin çok yüksek olduğunu biliyordum ancak eğer koşarak giderse, yakalanmadan kurtulurdum. Kendimi hızla karanlık aralığa atıp sırtımı sıkıca duvara yaslayarak ona tutundum ve gözlerimi yumarak sessizce yalvarmaya başladım. Nefeslerimi düzenliyor ve kendime hâkim olmaya çalışıyordum. Bir süre sonra adım sesleri sokağın başında durdu, her hareketini dinlemeye çalışıyor ve ayak sesinin olduğum tarafa yaklaştığını duydukça dehşete düşüyordum. Kalbim daha da hızlanarak beni, onlar yakalamadan önce öldürecekmiş gibi hissettiriyordu. Sadece birkaç saniye daha dayanmam lazımdı ve sonra, her şey daha iyi olacaktı. Avcı, bir süre duraksadı hemen ardından,
"Burada yok! Fazla uzaklaşmış olamaz!" diye bağırarak koşmaya devam etti.Rahat bir nefes verip dışarıya çıktığımda onları gün içinde kaçıncı kez atlattığımı aklımdan geçirmeyi denedim. Benim peşime düşmüş ve bir süre boyunca takip etmişlerdi bunun olacağını bilmek ve hazırlıklı olmak her seferinde ölmekten delicesine korkmamanıza neden olmuyordu. Ölümün peşinizde olmasına asla alışamıyordunuz. Avcılar ve avlananlar. Avcılar, ölümdü. İronik olan şeyse bizi öldürmeleri için herhangi bir rahatsız edici harekette bulunmamıza gerek duymamalarıydı. Onların gözüne göründüğünüzde ve hatta uzakta, çok uzakta nefes aldığınızda dahi, bundan rahatsız olurlardı. Bizler gölge sınıftık, gölgelerde gizlenirdik çünkü yok olmamız gerektiğine, yaşamak için yeterli kapasitede olmadığımıza inanılırdı. Sırf bu nedenle saklanma zorunluluğu olmayan, daha güçlü birine karşı koymanın tek yolu kaçmaktı.
Gözlerim hızla etrafı taradı. Etrafta koşuşturup duran sıçanlar ve ağzına kadar çöplerle dolmuş tipik bir kızıl sokağı. Hiçbir sokak lambası çalışmıyor yalnızca bir tanesi iğrenç cızırtılar çıkartarak yanıp sönüyordu. Ellerim cebimde, kapüşonumu sıkıca kapatmış bir halde hızla sokaklardan geçtim. Birkaç kafa bana döndüğünde sakinliğimi korudum çünkü buraya ait görünmeyecek kadar stres dolu olduğunuzda, daha çok dikkat çekerdiniz. En sonunda köşenin başında eğri büğrü ve oldukça çirkin görünen, kimsenin ev diyemeyeceği ancak benim evim olan kulübeye girdim. Burası diğer bölgelere göre biraz daha yukarıda kalıyordu ve diğer insanlar buraya nadiren uğrardı. Birkaç kırmızı kan dışında kimseyi bu arsanın sınırlarında görmezdim. Zaten diğerleri buraya yaklaşmazdı çünkü her gün korkusuzca geçtiğim bu caddelerde, öldürülme korkusuyla titreyerek yürürlerdi. Hızla ilerleyip sürekli gıcırdayarak beni sinir eden kapının önünde durdum ve elimi kaldırıp kapıyı çaldım. Üç kısa, bir uzun. Bir süre sonra kapı açıldı ve masum, bir o kadar da korkulu bakışlarını bana dikmiş Lia tarafından karşılandım. Endişe dolu bakışları benim üzerimde gezindiğinde onu endişelendirdiğim için suçlu hissetsem de sonradan yüzünde oluşan rahatlamayı görmek hafifçe gülümsememe neden oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RAZ
FantasyVerilen her savaş, gölgelere gizlenenlerin ve zekânın savaşıdır. Ağzımı açtım ve bakışlarımı kurda çevirdim ancak sorumu soramadan bir el bileğimi tutup beni köşeye çekti. Çığlık atmaya hazırlanmıştım ki ağzımı kapattı, ağzımın kapatılmasıyla birli...