HASRET

918 105 58
                                    

Hayat istesek de istemesek de akıp gidiyordu tabi ki normal insanlar için. Dışarıda akan yaşama inat Hakkı zamanı durdurmuştu kendi içinde .Çünkü mapusta hayat dışarıdakinden yavaş akarken insanın düşünmek için bolca zamanı oluyordu. Hakkı her zaman yaptığı gibi sessiz ve kendi içinde tutarken yasını yaşadıkları zamanın zulmünüde izliyordu gazete sayfalarından. Gün olmaya ki bir çatışma bir ölüm olmadan geçsin. Hiç bir zaman eli yumruklu ya da silahlı bir eylemin yaşadıkları zamanı değiştireceğini düşünmemişti. Ona göre her şey kafada bitiyordu. Bu yaşananlar ya koşulsuz kabullenişle ya da mutlak eğitimle çözülebilecek konulardı ama kabulleniş Hakkı için bir seçenek bile değildi. O ki imkansızı kabullenmemişti yaşadığı yanlışı nasıl kabul etsin. Hakkı pek çok kişi için bu zamana ait değildi ama bilmedikleri bunun zamanla ilgisi olmamasıydı. O hiç bir zamanda eğilip bükülemeyecek yapısıyla sessizce savaşan biriydi. O Hakkı'ydı hakkı olanı bilecek kadar aklı başındaydı. Kimsenin onu anlamasını beklemiyordu sadece o anlasa yeterdi ona. O bu düşüncelerle elindeki gazetenin sayfasını çevirirken yanında hissettiği hareketlilik ile başını gazeteden kaldırdığında yatağına oturan yaşlı adamı görünce elindeki gazeteyi dikkatlice büküp kucağına koydu. Adam sıkkın bir ifade ile Hakkı'ya bakıp:

" Evlat sen hekim misin?" dediğinde Hakkı başını aşağı yukarı sallayarak adamı onayladı.Karşımdaki adam başını öne eğip elleri ile oynamaya başladığında bir sıkıntısı olduğunu anlasam da sessizce onun derdini anlatmasını bekledim. Neyse ki bu bekleyiş kısa sürdü.

" Şey evlat nasıl derim bilmiyorum ama."  dedikten sonra iyice bana yaklaştıktan sonra konuşmasına devam etti.

" Böyle küçük abdestime giderken kan geliyor."

" Ağrı?"

" Hem de nasıl sadece orada değil yanlarımda da keskin bir ağrı var." dedikten  sonra böbreklerini gösterdiğinde böbreklerinden kum veya taş geçtiğini hemen anladım. Kaşlarımı çattığımda adam bana ağlamaklı bir ifade ile bakıp:

" Hekime dedim ama sıcak tut yeter üşütmüşsün dedi." deyince anladığımı belirtir bir şekilde başımı salladım.

" Bol bol su."

" Ne kadar."

" Bir iki sürahi."

 Adam bana bu kadar mı diye bakınca gülümseyerek:

" Ilık su iç ve sıcak tut. Bir de ağrı kesici al." dedim. Adam bana teşekkür edip yanımdan ayrıldı.

  İki üç gün sonra verdiğim tavsiyelerin ışığında adının Süleyman olduğunu öğrendiğim adam rahatlayınca koğuşta benim hekimliğim konuşulmaya ve hatta kendileri için şifa arayanların uğrak yeri olmaya başladım. Elimden geldiğince doğal yollarla eğer bulabilirsem ilaçla onlara yardım ederken hep savunduğum düşüncemin doğruluğu ortaya çıktı. Ben bir doktordum ve bunun için ne fazla konuşmaya ne de önlüğe ihtiyacım yoktu.

....

 Bol sesli koğuşun sıradan sabahlarından birinde açılan kapıdan gardiyan adımı seslendiğinde son lokmamı da alıp peşine takıldım. Görüş günü değildi. Bir ay bir yerde kalınca oranın düzenine alışmakla kalmıyor zamanlarını da iyi öğreniyordu insan. Gardiyanla birlikte revire ulaştığımızda gardiyan geride beklerken sırtı bana dönük kırklarında bir adam :

" Getirdin mi meşhur doktoru?" dedi. Gardiyan onu onayladığında yüzünü dönüp yanıma geldi. Benden kısa boyuna aldırmadan beni baştan aşağı süzdükten sonra:

" Tıp okuyan herkes kendini doktor sanıyor, işte buna iyi bir örnek." dedi. Ben ne olduğunu anlamadan dişlerini sıkarak bana iyice yaklaşıp öfkeyle yüzüme baktığında durumu anlamam çok zor olmadı. Hapishane doktorluğunu yatma yeri olarak görenlerden biriydi ve ben onun için rahatsız edici bir tehdittim.

SERZENİŞ(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin