12.Bölüm

416 39 5
                                    

Bu sefer içinden çıkılacak gibi değil, sonu kördüğümle biten bir öykünün baş kahramanıydım. Kaçınılmaz sonuma yaklaşmak ürkütüyordu beni. O’nu acıtıp da gidersem kendimi hangi nedenle ve hangi bahaneyle savunurum, hangi sonbaharda affedebilirim, bunu bilmiyordum.

Herkesin kursağında birikmiş çığlıklar vardır mutlaka, o çığlıkların arasında kendi sesimi işetemez hale gelmiştim. Kulağıma yayılan uğultu, kalbime yayılan huzursuzluğu desteklemekten başka hiçbir şey yapmadı.

Benden, tonunu bilmediğim gözlerin, ritmini bilmediğim bir kalbin ve henüz tanıma fırsatı bulmadığım bir bedenin alınması istenmişti.

Benden, ucu bucağı olmayan, kalbimin sonsuzluğuna sığmayan, baharlarımı feda edip, nefes hakkımı vereceğim adamın, canını almamı istiyordu.

--

Tek kelime etmeden yerimden kalktım. Çarpık attığım adımlarımın sonunda titreyen dizlerim yüzünden beklemediğim bir anda yere çöktüm. Bu kötü rüyadan uyanma vaktim gelmişti. Gözlerimle duvarı tavana kadar takip ederek gri ve siyah tonunu yutan tavana baktım. Ellerimi iki yana açıp avazım çıktığı kadar sustum.

Dakikalarca durmadan sallanan bedenimi Kai’nin yardımı ile durdurdum. Birbirine kilitlediğim göz kapaklarımın asla açılmaması için dua edip durdum.

‘’Kendine gel. Görkem, kendine gel’’

Kai’yi görüyordum ama sesini duymuyordum. Omuzlarımdan tutup sarmıştı beni. Düz tutamadığım kafam durmadan haraket etmeye başladığında ise saniyeler içinde yere yığıldım.

‘’BİRİNİ ÇAĞIRIN! YARDIM EDİN! KİMSE YOK MU! BİRİ BURAYA BAKSIN!’’

--

‘’Kendinde misin?’’

Gözlerimi zar zor açmaya çalışıtığım o dakikalarda kafasını burnumun dibine kadar sokup beni inceleyen 21-22 yaşlarında bir çocuk gördüm.

‘’Ah korkuttun beni’’

Gözlerimi açar açmaz onu görmenin şaşkınlığıyla irkildim.

Yattığım yatağın başına çektiği sandalyenin üzerinden hafifçe haraket ederek elini uzattı.

‘’Merhaba ben James.’’

Uzattığı elini sıkmadan kafamı yattığım odanın duvalarlarına çevirdim. Menekşe kokan odanın krem rengi sade duvarlardı vardı. Duvarla birleştirilmiş koltuklar, metlerce yüksekteki tavanda duran avize ile uyumluydu.

‘’Ben neredeyim?’’

‘’Bayılmışsın. Babam seni yukarı, benim odama çıkarttırdı’’

‘’Baban mı’’

Yattığım yerden serum bağlı olmayan kolumla destek olarak doğruldum. Etrafıma iyice baktıktan sonra önümde oturup göz bebeklerini bana dikmiş çocuğa döndüm.

‘’Kai-Kai nerede?’’

‘’Kai?’’

Üzerime örtülmüş çarşafı bacaklarımla sıyırdıkran sonra kolumdaki serumu söktüm.

‘’Gitmem lazım. Benim Kai’nin yanına gitmem lazım’’

Ayağa kalkıp sağa sola yürümeye başladım. Başım şiddetli bir şekilde dönmeyi kesmedi. Dengemi kaybedip James’in kolundan güç alıp nihayet gördüğüm kapıya doğru hızlı adımlar attım.

‘’Bekle. Dinlenmen lazım.’’

‘’Hayır. Onun yanına gitmeliyim.’’

Kapıdan çıktıktan sonra önümde duran merdivenlere hızla koştum. Son basamağa basmak üzereyken evin geniş holünde duran bir kadın yanıma koştu.

‘’Michael bey dinlenmeni istedi. Lütfen yatağa geri yat.’’

‘’Bırak kolumu. Bırak dedim sana. KAIIIIIIIIIIII YARDIM ET BANA KAIIIIIIIIIIIIIIII!’’

James’in omuzunda zorla merdivenlerden çıkarken sadece Kai diye bağırdım. Sırtına indirdiğim yumruk darbeleri onu durduramadı. Odasına gittiğinde yatmış olduğum yatağın üzerine bıraktı beni. Ahşap kapıyı kilitledikten sonra anahtarı cebine koydu.

‘’Kai her kimse onu buraya getireceğim. Senden tek isteğim şu lanet yatakta bağırmadan yatman’’

Cam kenarına yürüdükten sonra perdeyi araladı. Bahçeye bakındıktan sonra camı açtı.

‘’Kai’yi buraya getirin.’’

5 dakika bile sürmeden 2 kişi eşliğinde Kai odaya girdi. Bana baktıktan sonra başımdaki sandalyede oturan James’e baktı ve yavaş adımlarla yanıma yürüdü. Onu görür görmez doğrulup kalkmaya çalıştım.

‘’Kalkmayacağına söz vermiştin’’

James omuzlarımdan hafifçe ittirip kafamın altındaki yastığı dikleştirdi. Bana bakmayı kesmeyen Kai’ye döndü.

‘’Sadece seni görmek istediğini söyledi’’

Oturduğu sandalyeden kalkıp oturması için Kai’nin önüne koydu.

‘’İyi misin’’

Kai ellerini suratıma koyduğu an istemsizce gözlerimi kapadım.

‘’Evet. Peki ya sen?’’

--

Kai ellerimden tutarken uyuya kalmıştım. Uyandığımda karşımda lacivert takım elbisesiyle duran Michael Flask, yanındaki kadınla konuşuyordu.

‘’Bunun olduğuna emin misin’’

‘’Evet dileği gerçekleşiyor olmalı’’

‘’Bana net bir şey söyle. İhtimaller üzerine plan yapamam.’’

‘’Sen de biliyorsun ki Michael, dilek etkisini gösterdiğinde dolunay kurbanın ruhunu emmeye başlar.’’

‘’Sadece bayıldı’’

‘’Hayır. Baygın yatarken bir çok kez bilinci kapanmış. Ayrıca titremeleri hiç bitmemiş.’’

Elinde tuttuğu kağıdı Michael’in eline uzattı.

‘’Dileği gerçekleşmeye başlıyor olmalı’’

--

Duyduğum bu konuşmayı dinlerken kapattığım gözlerimin yanlarından istemsizce gözyaşlarım dökülmüştü. Gözyaşlarım dökülürken Arthur’un cümleleri kafamın içinde yankılanmaya başlamıştı.

‘’Onu öldürdüğün an 9 Mart 2015 gecesine, dolunayın karşısına geri gideceksin ve büyü bozulacak. Tek sorun… Tek sorun Kai’ye ne olacağı bilinmiyor. Ya hayatına o günden devam edecek ya da ölecek.’’

Ellerimin tersiyle akan gözyaşlarımı sildikten sonra gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim.

Ya dileğim gerçekleştiği an dolunayın karşısına gidip ruhlarımız birleştiği için Kai’yle beraber ölecektim, ya da onu öldürüp, başına ne geleceğini bilmeden büyüyü bozacaktım.

Ya da kendi canıma kayıp, bir an önce bu kötü rüyadan uyanacaktım.

Full MoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin