DERİNLER DE NE DEMEK?

103 15 3
                                    

- buraya kadar.  bana yaptığın saygısızlığı ödeyeceksin. ama nasıl?  belki de ölümle!

- b-bu kadar kolay olmamalıydı...

- evet küçük hanım. bu kadar kolaydı, dedi adam ve kılıcını adalante'in boğazına dayadı ve bastırmaya başladı. adalante'in boğazından aşağı birkaç damla aktı

- akan kanının her bir damlası bana zevk veriyor, dedi sırıtarak

sonra arkadan bir ses duyuldu. grup arkadaşları ona sesleniyordu;

- dostum! şu çıtırı öldürmektense kullanalım daha iyi. uzun zamandır güzel bir kadın görmemiştim. zaten hepimiz yorulduk beraber eğlenebiliriz? 

- onu öldüreceğim. leşiyle ne yaparsanız yapın!

- sen onunla oyalanırken bizde şu gençle yüzleşelim, diyip grup arkadaşları william'a yöneldi. o sırada adam boğazına dayalı hançerle titredi. ellerini adalante'ten çekti ve konuştu titrek sesiyle;

- s-sen kimsin?

- ölmek istemiyorsan bizi bırakın.  hiç birşeyimize dokunmadan çekip gidin, dedi julia.

adalante tebessüm etti. alnından terler akıyordu. şu adam bir an önce geri çekilseydi de rahatlasaydı. ardından julia hızlı bir manevrayla adamı döndürdü ve seslendi;

- bana bakın aptallar! adamınız elimde. bize williamı verin adamınızı alın. ayrıca hiç birşeyimize dokunmamak şartıyla

- sence biz bu teklifi kabul edecek kadar aptal mıyız? kahkaha atarak gülüyorlardı. williamı çekip boğazına kılıçlarını dayadılar.

- kısasa kısas. onu bize verin ve sıkıntı çıkmasın kızlar. tamam mı? 

adalante bir köşeye saklanmış doğru anı bekliyordu. attan düşen yağmacının mızrağını almış karanlığın içinde aslan gibi pusuya yatmıştı.

adamların bir an boşluğuna geldi ve elindeki koca mızrağı ileri fırlattı. william'ı rehin alan yağmacının karnına saplandı mızrak. yanındaki arkadaşları korkmuş gibiydi. birden william'dan uzaklaştılar. william'da hemen ayağa kalkıp yerdeki kılıcını aldı ve üzerlerine gitti. adamlar aldıklarını bırakıp atlarına bindiler ve gittiler. geride bir ölü ve bir it kalmıştı...

- julia. onu bana bırak kendi ellerimle öldüreceğim.

kafasıyla onayladı ve önce hep birlikte onu bir ağaca bağladılar. william ve julia bir köşeye geçti. adalante köyden getirdikleri çakmak taşının üstüne bez parçayı koydu ve başka bir taşla vurmaya başladı. ufak bir kıvılcım göründüğü anda bez yanmaya başladı. vadideki çalı çırpıyı getirip ağacın etrafına atmışlardı. adamı gerçekten de yakacaklardı. 

- adalante. bunu yapmak zorunda mıyız? ürkek ve meraklı gözlerle adalante'ten cevap bekliyordu julia

- evet. bundan sonrası umurumda değil. onu yakarak öldüreceğim... elleri titriyordu adalante'in ama yine de bunu yapacaktı. yanan kumaşı otların arasına koydu ve william'ın yanına oturdu.

adam korkuyla inliyordu;

 - bunu bana yapamazsın. lütfen bırakın beni! bir daha asla karşınıza çıkmam. çok pişmanım yalvarırım kıymayın bana!!

kimse sesine kulak vermiyordu. merhamet dilediği kişilerse onları öldürmeye çalıştıklarıydı. onlardan nasıl merhamet bekleyebilirdi?

otlar tutuşurken william konuştu;

- adalante. seni koruyacağımı söylerken yanılmışım. resmen siz beni korudunuz. onca adama karşı iki kız... nasıl bu kadar güçlüydünüz? nasıl korkmadınız? nasıl oldu da onları geri püskürttünüz? öyle bir utanç içerisindeyim ki... siz ikinize büyük bir borcum var. teşekkürler

TAPINAKTAKİ MUCİZEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin