2 Part II

128 2 0
                                    

Ertesi gün ve haftanın geri kalanı diğer günlere nazaran sorunsuz geçti. Birikmiş ödevleri tek başıma yapmak istemedim. Babamın annemi hava alması için dışarı çıkardığı öğleden sonrayı fırsat bilerek Pınar'ı evimize çağırdım. Pınar kendisine soluksuz ödev yaptırmamdan korktuğu için benimle yalnız kalmak istemedi, Kenan'ı da çağırmam karşılığında gelmeyi kabul etti.

Kenan'la okul dışında olabildiğince az zaman geçirme planlarım vardı. Onu öperek aramızda bir şeyler olabileceği konusunda cesaretlendirmiştim. Şimdi hiç yoktan yarattığım o cesareti nasıl kıracağıma karar vermeye çalışıyordum. Aklıma gelen tek çare mesafe koymaktı. Eskisi gibi tatil günlerini birlikte geçiremezdik. Her salı okul çıkışında gelenek haline getirdiğimiz yemeklere çıkamazdık.

Yine de Kenan'ı eve davet ettim. O etrafta olduğunda sayfalar dolusu ödev yapmak gözümde büyümüyordu. Mesafeyi bir sonraki hafta da koyabilirdim.

Deniz tüm ödevlerini bir gün öncesinde tamamlamıştı, Domuzcuk ve Aslı ile salonda karaoke yaptılar. Matematik kitaplarından başımızı kaldırıp ara verdiğimizde biz de onlara katıldık. Sesim güzel değildi ama İstanbul'da Sonbahar parçasını duş alırken defalarca söylüyordum, kulak tırmalamadan bu şarkıyı mırıldanabildim. Kenan ve Pınar her zaman düet yaparlardı fakat sıra seslendirecekleri parçayı seçmeye geldiğinde anlaşamazlardı. Birbirlerine laf çakıştırıp durdular, nihayet gençlik aşkını yâd eden bir erkeğin geçmişe duyduğu özlemi dile getirdiği şarkıyı koltuğun üstüne çıkarak coşku içinde seslendirdiler. İkisinin sesi de güzeldi. Deniz gülmekten yerlere yattı.

Yatağın altında bulduğum videokasetleri Kenan'a verdim. Görüntüleri benim için CD'ye aktarabileceğini söyledi. Ağzına kadar dolu iki koliyi dijitalleştirmesinin zaman alacağı konusunda beni uyardı. Sorun olmadığını söyledim. Kasetlerden annem hakkında önemli bilgilere ulaşacağımı sanmıyordum, muhtemelen dünyanın yedi harikası arasına girmeye meyilli gençlik görüntülerinden ibaretti. Acelesi yoktu.

Okumayı bitirdiğim ilk günlüğü kimseye fark ettirmeden gömme dolaba geri koydum, yerine yenisini aldım.

İkinci cildi okumak hataydı.

Annemin karanlık cümleleri kabuslarıma yön verdi. Bir hafta boyunca her gece kanlı toprağı eşeledim. Başım dönüyor, dönüyor durmuyordu. Kendimi annem için kazılmış mezarın içinde buldum, soğuk toprağın üzerime kapanmasını izledim. Diri diri gömülüyordum. Üstüme atılan toprak yüzüme çarptığında duyduğum berbat hissi unutamıyorum, ölüm hakkında yaptığı uzun tasvirler bilinçaltıma işlemişti.

Okumaya ara verdim.

Nedenini bilmediğim o acıyı paylaşmıştım. Bir insanın bu kadar üzülebileceği kimin aklına gelirdi. Telafisi olmayan bir hata yaptım diyordu. Yaşadığı tam olarak neydi, ailesiyle sorunları mı vardı, çocukluk aşkına kavuşamamış mıydı, tacize mi uğramıştı, sevdiği birini mi kaybetmişti? Öğrenmek için can atıyordum ama elim bir sonraki günlüğe gitmiyordu. Artık uyumak istiyordum, rüyamda ölü toprağı görmekten bıkmıştım.

Kan takıntısı vardı. Kanı gördüğünde dalıp gidiyordu. Donup kalmıyordu, hayır. Bir damla kan aktığını görse hayaller kurmaya başlıyordu. Ortalama üç cümleden birinde kan kelimesi geçiyordu. Hiçbirimizi umursamadığı halde kan gruplarımızın yazıldığı altın bilekliklerden yaptırıp takmamız için bizi zorlamıştı. Deniz kendi bilekliğini kaybetmişti, kasıtlı olarak. Selin kalın zinciri tek hamlede ağzına atıp yutmuştu, bu yaptığını kimseye söylemediği için bileklik nihayetinde kanalizasyon borularının yolunu tutmuştu. Benimkini saklıyordum. Annemden gelen tek hediyenin değerini biliyordum.

Ölüm kokan cümlelerin etkisinden sıyrılana kadar merakımı dizginledim. Günlükler önemli değildi. Kadına güvenmiyordum, yazdıklarına neden inanacaktım? Ayrıca annemin taraflı anlatımına bel bağlayamıyordum, olaylara bakış açısı uç noktalara kayıyordu. Kimsenin düşünmeyeceği, aklına getirmeyeceği şekilde kendini haklı çıkarmaya çalışıyordu. İşin tuhaf tarafı şuydu ki ona hak vermeye başlamıştım.

BENİM İÇİN ÖLÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin