Eve dönüş yolculuğunun kalanında konuşmadık. Mete birkaç telefon görüşmesi yaptıktan sonra canı sıkkın halde koltuğa gömülüp gözlerini kapadı.
Camdan dışarı bakıp yanımızdan geçen araçları saydım. Son söyledikleri, daha açık olmak gerekirse söyleme şekli şevkimi kaçırmıştı. Milyon yıl geçse de bakmasını istediğim şekilde bakmayacaktı bana, rahatını bozmadım.
Araç, veranda lambaları açık evimizin önünde durdu. Sırt çantam ellerimde, arabadan indim. Sürgülü kapıyı kapatırken, "İyi geceler," dedim omuzlarım çökük vaziyette. "Buraya kadar geldiğin için teşekkürler."
"Rica ederim," Oturduğum siteye yaklaştığımızda şoför hızını düşürene kadar gözleri kapalı kalmıştı. Ses tonu yorgunluk izleri taşıyordu. "Eve geç kaldığın için babandan azar işitecek misin?"
"Muhtemelen."
Başını salladı. "İyi."
Son konuşmamızdı bu. Aradan bir hafta geçti. Onu aramak istedim ama ne diyeceğimi bilemedim. Her saat başı yanına gitmeyi düşündüm fakat beni gördüğünde sevinmeyeceği aklıma geldi ve vazgeçtim.
Uzaktan, ait olduğum yerden izlemeyi sürdürdüm.
Kısa zamanda büyük işler başarmış bir adamdı. Her şeyi elde edebilecek güce sahip olduğunu zaten biliyordum. Şaşırmadım. Babamın on küsur senede kurduğu şirketin iki mislini beş yılda inşa etmiş, aklıma gelebilecek her türlü sektöre imzasını atmıştı.
Sosyeteyle içli dışlı değildi. Nadiren yalnız kalıyordu. Kadınlar. Hep başka kadınlar vardı. Buna da şaşırmadım. Genellikle yardım organizasyonlarında takip ediyordum onu. Bir elini nazikçe beline atıp dansa kaldırdığı kadınlarla beraber. Dans sırasında kulaklarına hafifçe eğiliyordu ve kim bilir neler fısıldıyordu. Kadınlar gülüyordu. Kahkahaları kulağımda çınlıyordu. Meraktan çıldırıyordum. O kadınların kulaklarına ne fısıldıyordu?
Masaya otururken sandalyelerini çekmesini, restorandan ayrılırken kapılarını açmasını izledim. Sivri topuklu ayakkabısının tekini ağzına sokmak istediğim bir kızla Boğaz'da yemek yemişti. Sosyete demirbaşlarındandı. Benden ne kadar güzel olduğuna karar vermeye çalışırken yamuk bir ağaca bakmıştım. Kızın evine gittiklerinde izlemeyi kesmem gerekirdi.
Çarpa çarpa öğreniyordum ama kötü çarpıyordum. Her yanım morarıyordu. Gündelik ilişkiler yaşamasına anlam veremiyordum. Biriyle tek vücut olacaksan o vücutla yarım saat önceden tanışmaman gerekir. Vücudunun her santimini ezberine kazıdığın, geceleri başucunda olmasını hayal ettiğin, sana dokunduğunda ölmek istediğin birininki olmalı.
Takibi bırakmak zorunda olduğumu her seferinde söyleyen Deniz'e son olanları anlattım. Mete yanlısı konuşma yaptı. Dilinden düşürmediği, insanlığın işlediği her suça mazeret gösterdiği bir düşüncesi vardı. "Hepimizin ilkel duyguları, talepleri, dürtüleri var. Sonuçta hepimiz insanız."
Yok, hayır. Tam olarak böyle söylememişti. "Aslında biz insan değiliz, hepimiz hayvanın tekiyiz."
Cuma günü, okul çıkışı kendime söz verdim. Bu hafta sonunu normal geçirecektim. Kimseyi haberi olmadan izlemeyecek, özeline karışmayacak, üstüme vazife olmayan konularda bilgi sahibi olmayacaktım. Mete Sarp Baker'in karyolasına attığı çentikleri saymayı bırakacaktım. Ruh halimi çökerten kara buluttan uzaklaşmak en iyisiydi. 'Okumak istediklerim' listemi alıp kitapçıya gittim. Taşıyabileceğim kadarını satın aldım ve dosdoğru evin yolunu tuttum.
Yatak odamın önünde Deniz'le karşılaştık. Pipeti çiğnenmiş boş meyve suyu kutusu elinde, kendi odasından çıkıyordu. "Senin burada ne işin var? Mete'ye tapınmakla meşgul olman gerekmiyor muydu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİM İÇİN ÖLÜ
Storie d'amore"Bana kendinle ilgili kimsenin bilmediği bir şey anlat." "Peki bunu neden yapayım?" "Makul soru," dedi koyu yeşil gözlerini içkisine dikerek. "Eğer hakkında kimsenin bilmediği bir şey söylersen ben de sana, senin bile kendinle ilgili bilmediğin bi...