Az önce hayatımın en güzel anlarından birini yaşamıştım. Sıcak kolları arasında dururken, kollarımın arasındaki kanlı canlı vücuduna sıkı sıkı sarılmış, kokusunu ciğerlerime çekiyordum.
Rüya mı gerçek mi diye sorgulamak için kolları arasından zar zor sıyrılıp kahverengi irislerde kendimi aradım. Gözleri arzuyla ve özlemle parlıyordu. Nefes nefese tadını almaya doyamadığı dudaklarıma bakarak yutkundu.
Sanki uzun zamandır aradığı değerli bir şeyi sonunda bulmuş gibiydi. Sarhoşlukla mayışan bedenimi kendine getirmeye çalışıp ondan bir iki adım uzaklaştım ve ayaklarımızın dibine düşen kitapları hızla alıp kendimi depodan dışarıya attım.
İçinde bulunduğumuz havayı biraz daha solursam işler daha da ileriye gidebilirdi ve bunun burda yaşanmasını hiç istemezdim.
Kendimi dışarı attığım an derin bi nefes verip Takenin yanına adımladım. Take, yoğunlaştığı işinden başını kaldırıp gelen patronu işaret etti. Olduğum yere çakılı kalmamak için kendimi zorlayarak yutkundum. Biraz daha oyalansaydık hiç iyi şeyler olmayabilirdi. Yakalanabilirdik ve bu hiç iyi olmazdı. İş yerinde, atanmış eşi ile öpüşürken kovulan bir çalışan olmak istemezdim.
Çekinerek arkama baktığım da uzun kollarını ceketinin kollarına koyarak beni süzen kahverengi gözlerin sahibine iliştirdim bakışlarımı. Kitapları ait olduğu raflara yerleştirirken, patronumun gülümseyerek Baji ile lafladığını gördüm. Onu hemen hemen herkes tanıyordu sanırım yoksa bunun başka bi açıklaması olamazdı. Patronum, Bajinin nazik davranışları karşısında utanarak bakışlarını kaçırıyordu resmen. Gülümseyerek bana doğru döndüğünde, elimdeki kitapları düşürmemek için kendimi zorladım. Utançtan kıpkırmızı olduğuma emindim.
"Chifuyu, hasta hasta işe mi geldin?" topuklu ayakkabılarının zeminde çıkarttığı seslerle yanıma doğru adımlayıp soğuk ellerini alnıma bastırdı. "Oh, yanıyorsun!" yutkunarak bakışlarımı başka yerlere çevirmeye çalıştım. "Bu şekilde çalışamazsın. Baji, ah müstakbel eşin demeliyim. Seni evine kadar bıraksın. Yeter bu kadar çalışmak." kollarımın arasındaki kitapları alıp masaya koyduğunda küçük dilimi yuttuğuma emindim. Az önceki yaşananların şokunu hala üstümden atamıyordum. Yüzüm ateş gibi yandığına göre net domatese dönmüştü suratım.
Baji, diliyle dudaklarını yalayıp başını yana doğru eğerek beni süzmeye devam ederken, utançtan ne yapacağımı bilemeyerek kekeledim.
"H-hayır. İyiyim ben." geri geri adımlarken, Takemichinin endişeyle karışık sorgulayan mavi gözlerine bakıp beni bu durumdan kurtarması için yalvardım ama o da şaşkınca izlemek dışında bir şey yapmıyordu."Yanıyorsun, Chifuyu. Öyle hemen iyileşmiş olamazsın. Yeterince çalıştın, Baji seni bırakabilir." Baji, ceketimi askılıktan alarak patronumu onayladı ve ellerimi kendi uzun parmakları ile kavrayarak Takeye göz kırpıp dükkanın dışına kadar beni yanında sürükledi.
Utançtan iki büklüm olmuşken omzuma hızla geçirilen ceketim ile bulutların gürlediği yağmur dolu dışarıya adım atmıştık. Baji, daha fazla hasta olmamı istemeyip kendi atkısını boğazıma dolayıp ceketimi giymemde yardımcı oldu. Utançla atkının içine gömülüp kızarmış suratımı ve yüz ifademi ondan gizlemeye çalıştım.
Gülümseyerek sivri dişlerini gösterdi ve beni motoruna doğru sürükleyip kaskı başımdan geçirirken içimden teşekkür ettim. Artık o utançtan kızarmış suratımı göremezdi. Bütün yolu beline sarılıp hızlanan kalp atışlarımı duymaması için dua ederek geçirmiştim.
Sonunda evimin önüne vardığımızda kendimi hızla motordan indirip kaskı ona doğru uzattım, elleri sıcak ellerimi okşayarak geçip kaskı aldığında teşekkür ederek suratına bakmamaya çalışıp hızlı adımlarla merdivenlere yöneldim. Yağmur da ıslanmak istememe bahanesine sığınıp ondan ne kadar hızlı kaçarsam bu geceyi ve yaşadıklarımı o kadar çabuk atlatırım diye düşünüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
red strings of fate | bajifuyu
FanfictionJaponyada yıllar içerisinde artan depresyon ve intihar oranları gelecekteki nüfus kıtlığına sebep olmuş, Yukari yasasının yürürlüğe girmesine neden olmuştur. Ülkenin genç bireyleri, 18 yaşlarına girince evlenecekleri eşlerinin kim olduğuna dair bild...