🏜
"Yolda kalmaktan kast ettiğim daha Riva'ya gelmeden tekeri patlatmak değildi," dedi Toprak, arka tekeri anbean inmekte olan motoru ağacın gövdesine bıkkınlıkla yaslarken.
"Belki benim öyleydi, ne biliyorsun?"
Yanıma geldi. Bu vaziyet karşısında açık açık güldüğümü görmek onu şaşırtmışa benziyordu. Yüzü kızarmış, alın çizgisi nemlenmiş, saçları darmadağın olmuş, elleri kirlenmişti. Ceketi artık üzerinde şahane bir kostüm gibi değil, bir fazlalık gibi duruyordu.
Hava açmıştı. Bulutlar dağılmış, rutubet neredeyse tamamen çekilmişti. Benzini bitiremeye fırsat bulamadan tekeri patlatmamız yetmezmiş gibi, yağmurda ıslanma planını da elimizde patlatmıştık.
Toprak dakikalardır lastikle cebelleşiyor, yol yardımı aramamıza rağmen motoru bir türlü rahat bırakmıyordu. Belki sığındığı şey lastikti, kaçtığıysa bendim. Suratına yayılıp kalan huysuz ifade es geçemeyeceğim kadar eğlenceliyse de kendimi tutacaktım çünkü onun bile bu kadar üstüne gitmek haksızlıktı.
Piknik örtüsüne sere serpe yaydığım bacaklarımı kenara çekip yer açtım. "Hadi gel artık."
Kaygılı bir ifadeyle yanıma oturdu. Kast ettiğim şey oturması değildi ve fakat, benim bedenim toprağa değer değmez serpilip serilmişti. Kısa bir tereddütten sonra o da sırtını yere yasladı, kollarını başının altına aldı, bacaklarını uzattı. "Yol yardımın hemen geleceğine çok emin olma."
"Hemen gelmesin. Sorun mu?"
"Senin için değilse benim için de değil."
Bir süre sessizce gökyüzün alacalı mavisine baktık. Yan yana. Acaba ne düşünüyordu? Yaşadığımız onca şeyin üzerinden bu kadar olaysız ve sözsüz geçip gitmemiz garibine gidiyor muydu? Hala mahcup hissediyor muydu kendini? Yol boyunca sessiz kalmıştı. Ses çıkarabileceğimiz bir halde değildik doğruya doğru; motor tepesinde tırların arasında 110'la kıvrılırken sohbet etmemiz gerçek dışı olurdu. Yine de, rahatlayabildiğini söylemek güçtü. Gerginliği içinden sökülmemişti. Kollarımı sardığım bedeni kaskatıydı. Yaşadıklarımızın ağırlığı, başımı yasladığım sırtından tam anlamıyla kalkmamıştı ve ne zaman kalkardı, ikimiz de bilmiyorduk.
Arkamı yerden ayırdım ve bir kolumun üzerine yaslanarak Toprak'a döndüm. Çehresinin sert fakat muntazam kıvrımları, belli belirsiz ışıyan güneşin cılız sarısının altında nefes alan nadide bir sanat eseri gibi usul usul hareket ediyordu.
"Demek bir yere gitmiyorsun," dedim.
Yorgun, buruk bir tebessüm oluştu dudağında. Kolay olmayacağını söylüyordu belki de, söylemeden.
"Yine de benim gelmemi bekledin..."
Döndü, bana baktı. Bu kez bakmamak gibi bir şansı yoktu çünkü dudağımın kıyısındaki imalı gülüş, onun dudağının kıyısına kadar uzanmıştı.
Şaşırdı. Bugün şaşırmaktan bir türlü alıkoyamamıştı kendini. "Evet," dedi, dudak payını muhafaza etmek için insanüstü bir gayret göstererek. "Yapabileceğim sadece bu. Hep buydu ve bu olacak. Seni beklemek."
Öfkeme engel olamadım, kendime rağmen.
"Kaçıp gittiğinde bile mi Toprak?!"
"Kaçıp gitmediğimi bildiğin için, o zaman da, evet."
"Aptalın teki olduğunda da, o zaman?"
"En çok o zaman..."
"Peki... Çünkü aptalın tekisin!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cemre Düştü | TAMAMLANDI
General Fiction"Sanırım bu gece sana biraz daha fazla zarar vermezsem iyi olacak." Sıkamadığı elime bir süre bakakaldıktan sonra, çaresizlikle kendi ellerini iki yana açtı. "Toprak ben." Evreni bembeyaz bir ışık sardı. Şimşeğin geceyi inleten sesi işitilene dek...