Arkadaşlar en zor yazdığım hikayee bu vallahi. Artık hani başım çatlayacak o derece. Buradanda anladım ki ben romantik komedi tarzınza yazamıyormuşum :D Valla elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım inşallah beğenmişsinizdir :)) Sonucunda büyük bir baş ağrısı bıraksa da bölümü bitirdim .p
Keyifli okumalar, yorumlarınızı bekliyorum :)
-
Ne diyeceğini bilemez bir halde tam bir aptal gibi karşısında ki adama bakıyordu. Gerçekten bu sefer fena sıkışmıştı. Ama asla pes edecek değildi. Hafifçe gülümsedi.
''Bu tarz basit yerlere midem dayanmıyor! Sıkıldım. Kalk!''
Adamın bir şey söylemesini beklemeden direk arabasına doğru yöneldi ve onu bekleme gereği duymadan sürücü tarafına geçti. Vakit neredeyse akşamı bulmuştu ve fena halde acıkmıştı. Muhteşem ötesi evine gidip pembe dizileri ve abur cuburlarıyla bu iğrenç günü çok değerli beyninin en nadide köşesinden yani hafızasından silebilirdi.
Bir süre daha sıkıntıyla adamı bekledikten sonra çam yarması teşrif edebilmişti. Bedeniyle bile bu dünyaya ait olmadığını kanıtlıyordu bu adam. Genç kız bu yüzden hala dedesine inanamıyordu. Böylesine pekte tekin görünmeyen bir adamla onu nasıl baş başa bırakabilirdi. Ya bu adam ona bir şey yapsa, ya onu öldürse? Aman Allah'ım! Mine bu gerçeği hiç düşünmemişti. Sabahtan beri adamı kızdırıyordu fakat bu adam azılı bir katil bile olabilirdi. En iyisi cezası bitene kadar bu adamla fazla muhatap olmamaktı.
Arabayı çalıştırarak olabildiğince yanında ki katil bozması, çam yarmasını yok saymaya çalıştı. Hayat güzeldi. Kuşlar, gökyüzü... Ah, hayat gerçekten çok güzeldi! Şu yanında ki çam yarmasına rağmen nefes almaya değerdi.
Evin önüne geldiklerin de uzaktan kumanda ile bagajın kapısını açarak arabayı içeri soktu. Arabanın girmesi ile ışıklar otomatik olarak açıldı. Hafifçe yanında ki adamı izledi. Sonuçta hayatında bu kadar lüksü ilk defa görüyordu. Genç kız emindi ki katil bozmasının görmemiş gibi o çirkin gözleri büyüyecekti. Fakat umduğunu bulamamıştı. Fazlasıyla umursamaz görünüyordu. Ah, tabi fakir edebiyatıydı bu. Mine bilmez miydi? Kaçın kurası vardı onun karşısında!
Arabadan inerek bagajın yanında ki kapıdan bahçeye çıktı. Arkasına bakma gereği bile duymuyordu. Nasıl bir köpek sahibini takip ediyorsa bu çam yarması da Mine'yi takip etmeye mahkumdu. Onu bu işi kabul ettiğine pişman edecekti.
Rengarenk çiçeklerle bezenmiş bahçeden tek katlı olan evinin giriş kapısına geçti. Kapıyı açarak içeri girdiğinde çam yarmasının arkasında olduğunu hissetmişti. Onu umursamadan ayakkabılarını girişte çıkararak dolaba koydu ve hızlı ona doğru döndü.
''Ayakkabıların çıkar çam yarması. Evimde ayakkabıyla kimse gezemez! Umarım çorapların temiz kokuyordur!''
Adamın yüzünde ki bir kas sinirden seğirmişti. Bu kendini bir halt sanan fiyasko prensesi sonsuza dek susturmak istiyordu. Yol boyunca ne güzel ağzını açmamıştı ve adam huzurlu bir yarım saat geçirmişti. Ama daha eve yeni adımlarını atar atmaz tırnaklarını çıkarmaya başlamıştı.
Koray verdiği sözü unutmamaya çalışarak karşısında ki küçük cadının tahriklerini yok saydı ve ayakkabılarını çıkarak dolaba koydu.
Mine Koray'ın sakin tavrı ile hayal kırıklığına uğrasa da umursamayarak salona geçti. Pembe ve morun hakim olduğu salonunda ki rahat koltuklardan birine oturarak bağdaş kurdu. Koray da peşinden girmişti. Kararsız bir ifadeyle önce salonda şöyle bir göz gezdirdi ve sonra gözlerini kızın gözlerine sabitledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fiyasko Prenses
Ficção GeralO bir zengin. O bir prenses. O bir güzellik abidesi. O fazla zeki. O kim mi? Tabi ki benim. Ben kim miyim? Tanıştırayım sizi kendimle. Ben Mine VUSLAT!