Bölüm I(a)

30 3 10
                                    

Sen önce odaya bir bakış fırlatıp, kitapları nereye koyacağını bilemediğinden durdun, bense evime ilk kez misafir gelmiş gibi ne yapacağımı bilmeden bakıyordum. Bu halimi anlamış olacaksın ki

"hangi masa?" diye sordun.

"Pardon, şu masa" deyip pencere kenarındaki büyük iş masasını gösterdim ve kitapları üzerine bıraktım. Sen de elindekileri onların üzerine koyup, odam, benimle iki kişinin daha paylaştığı odam hakkında fikir söyledin." Ve bunu söylerken gözün duvardaki tablodaydı.

"Güzelmiş."

Bu arada neyin 'güzel' olduğunu anlamamıştım. Duvardaki sade tablo mu, odam mı? Belki teşekkür edip geçiştirebilirdim fakat seni ve fikrini önemsemiş olacağım ki odam hakkında düşünceni merak ediyordum.

"Efendim, nedir güzel olan?"

Bu arada sen odamı bakışlarınla tarıyordun. Ben de senin gözlerin olup odamı inceliyordum. İlk kez başka nazarlarla bakıyordum odaya.

Bayağı eski, yetmişlerin sonu yapılmış binanın şu daracık odasına üç iş masası, iki de kitap dolabı yerleştirilmişti. Duvara asılmış büyük soyut tablo odayı sıkıcılıktan kurtarıyor gibiydi fakat bu güne kadar soranlara 'geniş' diye tabir ettiğm odam bu gün fazla dar, eski geldi bana.
Bu dokuz katlı bina onlarca gazeteyi barındırıyordu bünyesinde. Neredeyse her kat iki hatta üç gazeteye aitti. Bir basın evi diyebiliriz. Ülkede çıkan çoğu gazete, dergi, bu binada yerleşmişti. Mazallah bir kaza olsa, bina aniden çökse, patlasa, yangın olsa neredeyse ülkede gazete yayını dururdu.

"Odan sıcak, samimi."

"Odanın samimiyetsizi çekilmez." dedim gülümseyerek.

"Çekilmez" deyip sen de gülümsedin, saatine baktın ardından "görüşürüz" deyip kapıya döndün. Bana bu kadar yardım etmiş adama teşekkür etmediğimi hatırladım nihayet.

"Yoruldunuz, teşekkür ederim."
Sabahtan beri bunu bekliyormuşsun gibi yüzünde güller açtı.

"Ne demek. Teşekküre lüzüm yok, kim olsa aynı şeyi yapardı." deyip kapıdan çıktın. Ardından bakakaldım. Kendi kendime 'ismini bile sormadım' diye
teessüf ederken
'elbet karşılaşırız bir gün. Nasıl olsa aynı binada çalışıyoruz, aynı otobüsle geliyoruz " diye kendi kendimi teskin ettiğimin farkına vardığımda kapı açıldı.

Geri gelmiştin. Ben hala odanın ortasında dikilip duruyordum. Hiçbir açıklama yapmadan elini bana uzattın.

"Tanışmayı unutmuşuz, ben Ahmet, üçüncü kattayım. Anlıycağın .....gazetesi"

Bana uzanmış elini sıktığımda ilk gez gözlerine baktım. Samimiyet, sıcaklık, dostluk okunuyordu. Bakışların bana bu tanışıklığımızın uzun süreceğini söylüyordu.

"Yeter, ben de memnun oldum" dedim yumuşak ve ılık ses tonuyla.

"Ben de, ben de memnun oldum." derken gülümsedin.

İçeri giren Sinan'ın bakışları altında

"görüşürüz"deyip Sinan'a döndün.

"Günaydın"

"Günaydın"

Kapı kapandı. Ardından masama baktım, üzerinde azı on tane kocaman test kitapları olan masama ....

Sinan yerine yerleşirken

"Ahmet Bey'i nereden tanıyorsun?"
diye sormayı da ihmal etmedi.

"Tesadüf" dedim gülümseyerek.

"Buralara inmezdi de şaşırdım."

diye konuşmasını sürdürdü masasını düzenlerken. Bense hiçbir şey demeyip sustum  ve tesadüfün ne olduğunu sormaması için içimden dua ettim.

  Sinan, arkadaşım olsa da seninle nasıl tanıştığımı ona söylemek istemiyordum. Tühaf bir his, bu günün bende saklı kalmasını arzu ediyordu. Karışmış kafam Sinan'ın sorduğu sorunun cevabını beklemeyip "bugünkü haberi hazırlayıp hazırlamadığımı sormasıyla yerine geldi.

"Evet hazır, hem de nasıl. Öyle bir şey yakaladım ki...."

Sinan merakla sordu.

"Yaa, öyrenebilir miyim?"

"Hayır efendim, herkesle bir öyrenereksin. Yani okuyarak" deyip yerime geçtim.

Sinan bir şey demeyip masasını düzenleyip çalışmaya başlarken ben de dağılmış konsontrasyonumu toplamanın yollarını düşünüyordum. Önce bu kitaplardan kurtulmam lazımdı. Masamda durdukça sinirlerimi bozmaya devam edeceklerdi. Telefon edip kuzenimin ders çıkışı sağlam bir çantayla gelip kitapları almasını söyledim ve dünkü yazımda düzenlemeler yapmaya başladım.
Biraz üzerinden geçip müdürün beğenisine sunmam lazımdı. Ne kadar iyi yazsam da müdüre ulaştırmadan yazımı yeniden okuma huyuma sığınarak bir daha üzerinden geçtim.

Dün yazarken bana güzel görünen yazımın bu gün o kadar da iyi olmadığını fark ettiğim kaç cümlenin üzerini çizdim. Yeniden yazmaya başladım. İçimde önü açılmış söz deryası varmış gibi kısa bir sürede yeniden yazdım. Bir kaç kere okuyup üzerinden geçtikten sonra yarınki yazım hazırdı. Müdürün onayını alırsam bir yazı serisine başlayabilirdim.

Odadan biraz azar, biraz övgü, biraz da nasihat eşliğinde çıktım. Ve Sinan'ın gülümser bakışları altında 'eee noldu ' der gibi yüzüme dikilmiş gözlerinden kurtulmak için çıkıştım.

"Söyle ....ne duruyorsun?"

"Üzülmemen için.... hep uçuyorsun, sonra kanadı kırılmış kuş gibi hoop yere ...Bunu yaşamaman için ... Biliyorsun hep bir beğenmezlik peşinde. Fazla mükemmelliyetçi. En iyisi en mükemmeli olacak ya... Hep bir kar peşinde, içerikle ilgilenmez ki?"

"İlgilenmez de bu kez ilgilenecek ama " deyip ayağa kalktım.

Sinan yeni bir şey bulduğumu tahmin ederek

"Nasıl yapacaksın, adamın huyunu nasıl değiştireceksin?"

"Gazetenin sadece ticaret işi olmadığını birinin ona anlatması lazım."

"Adam bu işten para kazanıyor, biliyorsun."

"Kazansın, kazanmasın diyen mi var, biz kamuoyu oluşturalım da o zaman nasıl para kazanıyor görsün. Üç beş okuyucuyla nereye kadar bu işler. Yarın daha eğlenceli haberler bulunca onun peşinden giderler, dım dızlak kalırız öyle. Gündemi kendimiz oluşturmalıyız."

"Nasıl oluşturacaksın o gündemi?"

"Sen az önce bir şey dedin benim hakkımda konuşurken."

"Üzülme diyordum."

"Yok onda önce, uçuyorsun kanadı kurulmuş kuş gibi..."

"Tam da bu kanadı kurulmuş kuş gibisini buldum, hatta gibisini değil kanadı kırılmışını. Eskiden öyle yüksekten uçuyordu. Sen bile tanımıyorsun belki"

"Yaa sen nasıl gördün peki. Onunla aynı trafikte miydin?" deyip gülümsedi. Bozulsam da

"onu tanımaman senin aşağıdan uçman değil hiç uçamaman canım. " deyip toparlandım. Sinan bayağı bozulmuştu.

"Nereden biliyorsun belki tanıyorumdur. İsmini bile söylemedin."

"Ne fark eder, tanımayacağını biliyorum."

"Sen söyle de, tanıyıp tanımadığıma sonra bakarız."

"Tamam ama kimseye söylemek yok. "

Neden?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin