Neden SONA Sultanlı II

20 3 22
                                    

  Sona Hanım'ın evi  Şehrin merkezinde X... sokağında  petrol milyoneri Musa Nağıyev'in  yaptırdığı binalardan birinde idi.   Muhteşem görünüşüyle beni kendine çeken bu binayı daima merak etsem de o evlerden birine misafir olma şerefine nail olmamıştım. Bu gün hem de  o tarihi odaları görecek, yüzyıl önce binlerce kişinin çıktığı  merdivenlerini çıkacaktım. Belki abartmış olduğumu düşünebilirsin fakat benim için öyle yerler, daima bir anlam taşımıştır. Nasıl ki  onların yaptırdığı tiyatro binalarına tiyatroyu seyretmekten ziyade tarihin sayfalarında gezebilmek için gidiyorsam, bu binanın da  öyle heyecanla, inceleye inceleye her taşında bir tarih bulacakmış gibi çıktım merdivenlerini. 

Son kat. İşte zil. Tereddüt ve heyecanla bastım zile.  Kapıyı Sona Hanım açtı. Onu karşımda görünce az önce ezberlemeye çalıştığım söz yığınları uçup getmişti. Bana kim olduğumu sorunca yutkunarak

"telefonda konuşmuştuk " diyebildim sadece. O da

"evet, evet hatırladım, o, küçük kız, buyurmaz mısınız ?" diyerek beni içeri davet etti, ve kapıdan kenara çekilip

"geçiniz "

diye salonu işaret edip kendisi de arkamdan geldi. İçeri geçip salonun ortasında durdum.  Heyecandan ölecektim az kalsın. Ona karşı olan tüm duygularım fışkırıvermişti adeta.  Ellerinden tutarak karşısına geçip ona, piano çalışını, o upuzun parmaklarını nasıl izlediğimi, bestelerini kendi sesinden nasıl dinlediğimi söylemek istiyordum. Kulaklarımda çalan melodilerini notalara dökemesem de, bunları dillendirmeye, ne sesim ne de kabiliyetim olmasa da mırıldanmak istiyordum. Heyecanımı ve şaşkınlığımı görünce bana kanepeyi gösterdi. Teşekkür edip oturunca karşıma, koltuğa oturdu. Yüzüme dikkatle ama nazik bır bakışla ve de merakla bakıyor ne diyeceğimi bekliyordu. Bakışlarından silkinince onun beni çağırmadığını benim ona geldiğimi hatırlayıp;

"affedersiniz" dedim. 

"Her şeyden önce bilmenizi isterim ki size söylediklerim gerçekti. Yıllardı sizi merak ediyordum. Tesadüf bizi karşılaştırınca, sizinle konuşabilme arzum yeniden depreşti. Aynı zamanda gazeteci kimliğim, sizin gibi birinin böyle sessizce ortadan kaybolmasını hazmedemedi. Yaşınızın böyle verimli zamanında sahneden neden uzak kaldığınızı bilmek istedim. İzin verirseniz bunu okuyucularımızla paylaşmak da isterim. Tabii izin verirseniz." diye üstüne basarak bir daha söyledim. Ve ne cavap verecek diye ağzına diktim gözlerimi.

Şimdi sen benim az önce o muhteşem bina ve  o ev hakkında söylediklerimi düşünüyorsun  nasıl bir evdi, odaları nasıldı diye. Fakat ben, karşımda hayran olduğum insanı görmenin şaşkınlığıyla ne odanın tarihiliğini ne de zenginliğini fark etmiştim.
Bir kaç defa  gidip geldikten sonra Sona Hanım'ın bana
 "seni neden seviyorum biliyor musun? Sen başkaları gibi paragöz değilsin bunu bana ilk geldiğinde fark ettim, her kes evimin süsüne püsüne bakarken, sen beni dinlemeyi tercih etmiştin. Tüm bu zenginliğin, seni kendine çektiğinin hiç şahidi olmadım." demişti. Tabii benim hakkımda söyledikleri ruhumu okşamıştı. Ardından;
"Her kesin röportaj isteğini geri çevirdim hep  ama neden bilmiyorum, sana anlatmak, içimi dökmek istedim" demişti.

    Bu sayede onunla konuşma, tanışma fırsatı buldum. Ve hayatında ilk kez ailesi hakkında röportaj verdi bana.  Şimdiye kadar anlatmadığı hayat hikayesini zaman zaman bana anlattı, izin verdiklerini yayınladım, vermediklerini kendime sakladım yayınlamadım. 

"Biliyor musun Ahmet, bu görüşme seninle karşılaştığım gün gerçekleşmişti. Sen benim uğurumdun. Bun günden sonra yaşaycağım her tesadüfü sana bağlayacaktım ve bu tesadüfler zincirinin başlanğıcı olarak da sana seninle tanıştığım güne minnettar olacaktım."

Ahmet hikayeden bir kaç sayfa daha okuyup yerine bıraktı. 

    Düşüncelerinden sıyrıldığında  etrafın dağınıklığı takıldı gözlerine. O olaydan sonra eve el sürülmemişti. Her yer darmadağındı. Ablası evi temizlemek için izin istemiştise de Ahmet izin vermemişti.  Evi saatlerce dip köşe temizledi. Gece yarı olmuştu işini bitirdiğinde. Mutfağa geçip kendisine çay koydu. Masaya oturup çayın kaynamasını bekledi. Yorgunluktan ayağa kalkamıyordu. Çayı demleyecek hali kalmamıştı. Buz dolabından bir su şişesi alıp bardağa su koydu. İçtikten sonra çaydanlığın altını kapatıp. Yatak odasına geçti. Battaniyeyi kaldırıp, üstünü çıkarmadan yatağa uzandı. Karısının kokusu sinmiş yastığı kucaklayarak gözlerini kapadı. Uyandığında gece yarısıydı. Yarım bıraktığı defteri alıp baştan sona okumaya karar verdi.

Karısının sesini duyuyormuşcasına "kulak kesilmişti" hikayeye. Her kelimesini beynine kazırcasına satırlara dalmış, pür dikkat "dinlemekteydi".

                                                                                  Neden?

"Babam mı? Bana baba deme. O benim katilim, geçmişimin, geleceğimin katili."

İnsan babası hakkında nasıl böyle sözler sarfedebilir diye şaşırmıştım. Yüzümdeki ifadeden içimden geçenleri anliyormuş gibi devam etti..

"Gitti. Gidişiyle çocukluğumu öldürdü, yetmezmiş gibi geri geldi, gençliğimi elimden aldı, yine gitti. Bir daha geldi bu kez de tek dayanağımı, oğlumu öldürdü.."

"Ben, onun yani oğlunuzun bir cinayete kurban gittiğini duymuştum. Bir hırsızlık...., yani babanız mı yaptı? Özür dilerim bu olayın babanızla ilgisi nedir?"
Gözlerindeki kin, nefret kıvılcımları, etrafında ne varsa yıkıp yakacak gibiydi. Soru dolu bakışlarımı onun yüzüne dikmiştim.

"Nedeni oydu, o yaptı." dedi, beni inandırmak için çaba sarfetmeden.
Susmuş, ona bakıyordum. Neden böyle söylediğini öğrenmek istiyordum, fakat sormaya çekiniyordum. Kızgın ve öfkeliydi. Ellerini nereye koyacağını şaşırmıştı, terliyordu, durmadan parmaklarını omuzuna kadar gelen kıvır kıvır saçlarına götūrüyor tarar gibi yapıyordu. Halinden bu konuyu daha fazla konuşmak isteyip istemediğini anlayamıyordum. Hem konuşup içindeki acıyı atmak istediğini, hem de bu konuyu açmanın ona ne kadar ağır olduğunu görüyordum. Kararı kendisine bıraktım. Sadece susup ne yapacağını bekledim.
Derinden nefes çekip devam etti.

"Ben yetim gibi büyüdüm. Annem büyüttü beni. Beş yaşındaymışım babam Rusiya'ya gittiğinde. Annem de beş ay sonra geleceğim diye söyleyen   babamı onbeş yıl bekledi. Büyük bir ailesi olmasına rağmen yalnız başına büyüttü beni. Ailesinin desteğini kabil etmedi mi, destek olmadılar mı bilmiyorum. Tek bildiyim, ailesinin izni olmadan evlendiğiydi babamla. Eskileri unutmuş gibiydi, geçmişten hiç konuşmazdı.

Bazen hayatın böyle olmasi gerektiğini düşünüyordum babam olmadan. Bana çocukluğumu yaşattı annem. Babasızlığıma rağmen hiçbir şeyimi eksik etmedi. Çalıştı, çabaladı. Dile getirmese de nasıl zorlandığını görebiliyordum. Bir gün bu zorluklar bitecek ve her şey yoluna girecekti. Hep yarına umutla bakıyordu...

O zamanlar annemi anlayamıyordum, neden böyle düşündüğüne anlam veremiyordum. Fakat daha sonra kendim de aynı zorluklarla karşılaştıkça anladım neden annemin böyle davrandığını.

Biliyor musun, umut yaşatıyor, mücadele etme gücü veriyor insana. İnanmak istiyorsun. Bir gün her şeyin biteceğine inanırsa, daha güçlü oluyor insan, daha kolay başaçıkabiliyor zorluklarla. Annem  hep söylerdi.

"Bazıları bedbahtlığın bitmeyen bir zincir olduğunu düşünüyor. 
Hayır öyle değil bu bir gün bitecek.... Mutlu olunca insan, mutluluğun da daim var olacağını düşünür. O yüzdendir tepe taklak olur istediği olmayınca. Unutma, hiç bir durum sürekli değildir. Zamanla geçer."

Şimdi olsa ona, bu söylediklerine cevap olarak derdim ki:

Senin o ilaç dediğin, geçer dediğin zaman, aynı zamanda her şeyin müsebbibidir de... O olaylar, o kötülükler, o suçlar, başıma gelen bedbahtlıklar tüm bu mutsuzluklarım bu zamanın içinde vukubulmadı mı?

Neden?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin