Kollarımı hareketsiz yatan bedenine daha sıkı sardım. Dakikalar önce, her şey bitmişti. Kaybetmiştik. Beraber kaybetmiştik.
"Sana gelme demiştim! Neden?" diye bağırdım. Ağlayışlarım güçlüydü ama o bile, bu kadar büyük bir mezarlığı ayağa kaldıramazdı. Etrafım kan ve cesetlerle kaplıydı artık. Beni duyacak kimse kalmamıştı. "Neden o inadını bırakmayıp da geldin?"
Neredeyse tamamen çölleşmiş dünyada çığlıklarım yankılandı. Artık hiç kimse gelmeyecekti. Kimse gelip de neden ağladığımı sormayacaktı. Acımı tek başıma yaşamam mümkün müydü? Bir asırdan fazla bir süredir zaten hayattaydım, daha fazlasına ne gerek kalmıştı ki.
"Neden ağlıyorsun?" dedi tanıdık olmayan bir erkek sesi. Yavaşça kafamı ona çevirip baktım. Hafızamda onun yüzü olsa bile, çok eskiye aitti. Pelerinli adam, sarıldığım bedene baktı birkaç saniye. "Benimle gel. Bu evren için artık umut yok, öldü."
"Bırak ben de öleyim." Dedim. "Onsuz dayanamam."
Kararlı bakışları değişmedi. "Sizin için hâlâ çok uzun bir yol var. Benimle gelerek onları onurlandırabilirsiniz. Anneniz, babanız, eşiniz... eminim ki mutlu olmanızı isterdi."
Gözyaşım yanağımdan yavaşça süzüldü, çenemden onun bedenine damladı. Saatler öncesinden yüzünü özenle temizlediğim ona baktım. "Peter, herkesin mutlu olmasını isterdi."
🕸️
Daha önce de portallardan geçtim. Yüzlerce ve binlerce kez. Benimle Doctor Strange olarak tanışan adam, benim dünyamda o araba kazasında öldü. O zamanlar otuz yedi yaşındaydım. Savaşın en yoğun olduğu o yetmiş yıllık döneme çoktan girmiştik. Bu yüzden bunun bir suikast olduğunu bile düşünmüş olsak da, hayır, Stephen Strange kendi hatasıyla öldü. Ama ardında çok şey bıraktı.
Portaldan geçtiğimizde savaştan önce, yıkılmamış ve sanki hâlâ içinden ailem çıkacakmış gibi gelen üsle göz göze geldim. Benim için büyük bir hayal kırıklığından fazlası olmayacaktı oysaki. Bizden ileride olan altı kişiyi gördüğümde gardımı almak üzereydim. Hayatta kalma refleksleri bu kadar güçlü olan birinin karşısına bu kadar kolay çıkmaları tuhaftı. Strange, elini omzuma koyarak beni uyardı. Ama vibranyum kalkanı onun kolunda hayal edebiliyordum. O kadar çok dökülen kanı da.
Onlar Yenilmezlerdi. Ama benim ailem değillerdi.
"Benzerlikleri acı verecek, biliyorum. Ancak alışmanız sizin için daha iyi olacak Bayan Parker-Stark." Dedi Strange. Maskem yüzümde olmasa, birkaçına ne kadar nefret dolu baktığımı fark ederlerdi. Birkaçı farklı cinsiyette buradalardı ama kim olduklarını gözlerinden anlayabiliyordum. Stephen'a cevap vermedim.
Beni adeta sürükleyerek onların yanına getirdiğinde, Steve Rogers ve o birbirlerine baş selamı verdiler. Bana da elini uzatmaktan eri durmadı. Nanoteknolojik maskemi açarak onunla bizzat göz teması kurdum. Benim dünyamdaki o korkunç adam olmadığını hatırlamam gerekiyordu. "Steve Rogers," dedi tok bir ifadeyle.
Elini sertçe sıkarak geriye çekildim. "Kim olduğunu biliyorum." Dedim. Diğerlerine bir bakış attım. "Neredeyse hepinizin."
"Ama aynı değiller, değil mi?" dedi Strange gizliden beni uyararak. En baştan hepsinde göz gezdirdim. Başımı olumsuzca salladım sadece.
"Natasha Romanoff," diyerek benimle tanışan kadına baktım. Şaşkınlığımı gizlemedim çünkü böyle bir şey beklemiyordum. Bana ufaktan güldü. "Seni şaşırtan ne?"
"Kadın olman." Dedim inanamazca. "Ve bu kadar seksi olman. Ben seni Nathaniel'ın kızı sandım."
"Kimin kızı?" dedi kumral bir adam. Biraz Clarissa'ya benziyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Örümcek Kadın Gerçekliği
FanfictionKollarımı hareketsiz bedenine daha sıkı sardım. Dakikalar önce, her şey bitmişti. Kaybetmiştik. Beraber kaybetmiştik. "Sana gelme demiştim. Neden?" dedim bağırarak. Beni duyacak kimse kalmamıştı. "Neden o inadını bırakmayıp geldin?" Neredeyse tamamı...