Arabalardan inenler sakin adımlarla iki katlı evin kapısına doğru ilerlerken, Erden en arkada kalmış, ayaklarını yeni bir mizanın başına doğru sürüklüyordu. Belki de en zoruydu bu yüzleşme. Yıllarca aklındaki tek baba figürüydü Oktay Fethi Baba, olmak istediği babaydı. Araya giren, yıllar içinde içini farklı yakan bir özlemdi ona duyduğu. Kaç gece ağlarken onun dizlerinde olmak istemişti? Babasının kapısından kalbi parçalara ayrılmış bir şekilde ayrıldığı her seferinde, koşarak sığınmak istemişti ona? Zordu geçen yıllar... Erden, aşkından uzağa düşmüştü evet ama ailesinden de uzağa düşmüştü ve bu iki büyük kayıp, ruhunu sallamıştı depremlerle.
Safa, annesini aramış ve haber vermişti önceden. Babasının bir anda Erden'i karşısında görmesini istemiyordu. Hiç belli etmeden, içinden yıllardır yasını tutuyordu babası, Erden'in. "Kayıp çocuğumu koru Allah'ım" diye ettiği dualar hala kulaklarındaydı. İşi zordu Erden'in ya da kolay... Onca yitirmişliğin ardından, daha fazla düşmeden ayrılığa, sarıverirdi belki kollarıyla babası onu. Görmüş adamdı babası, hayatın oyalanmak için çok kısa olduğunu bilirdi.
Azize Sultan, çalan kapıyı açmaya giderken, yan gözle baktı kocasına. Sanki Erden'in döndüğünü anlattığından beri daha bir beyazlamıştı saçları. Çayına iki şeker atıyordu o zamandan beri. Tanıyordu kadın kocasını. Ne zaman kalbi havalansa arttırırdı şekeri. İçinden hayırlar uman dualar ederek açtı kapıyı.
İlk olarak, canının canı geldi kucağına. Minik Mahinur'u hemen alıverdi annesinin kucağından. Ne kadarda özlemişti torununu. O Adına Safa dediği oğlu bu meleğin annesini ona gelin olarak getirmezse, elinden çekeceği vardı. Biraz daha bekleyecekti bu iki şaşkın kendileri yollarını bulsunlar diye, baktı ki olmayacak el atacaktı mecbur.
Sırasıyla ailesinin fertleri bir bir içeri geçerken, en sonra inci kolyesinin en son parçası da gözüktü. Bu genç adam olmadan ne kadar eksik kaldıklarını daha iyi anlamıştı Azize Sultan, onu yeniden bulduktan sonra. Erden, merdivenin son basamağını çıkmayıp, bir basamak aşağıda durunca önünde, gülümsedi. Daha on yedisinde bile uzundu genç adam ondan ve o zamanda boyları eşitlensin diye böyle yapardı. Erden, her zaman yaptığı gibi elini avucuna alıp avucunun içini öptü. Sonrasında yanağını yasladı avucuna. İçi bu kadar titrerken delicesine ihtiyacı vardı buna. Sonrasında, korkulu gözlerle baktı karşısındaki kadına. Kadın, gözleriyle teselli etti onu.
Sarsak adımlarla oturma odasına geçtiğinde, pencerenin önünde ki tekli koltukta gördü Oktay Fethi Bey'i. Mucizevi bir şekilde herkes ortalıktan kaybolmuştu. Onu kapıdan içeri alan Azize Sultan'da kaybolduğunda arkasından, sırtında bir ürperme hissetti.
Oktay Fethi Bey, eliyle oturmasını işaret etti. Tam karşısındaki koltuğa oturduğunda yeniden on yedi yaşındaydı Erden. İstemsizce yüzünün yanık tarafını okşadı, sanki yeniden vurmuştu o suyun sıcaklığı yanağına. Siyah gözlerini tam gözlerinin içine dikti. Kaçamayacağını biliyordu nasıl olsa. Teslim olmak en iyisiydi.
Oktay Fethi Bey, yıllar önce karşısında oturan o silik çocuğun, yetişmiş, serpilmiş aksine baktı. Ne kadar da güzel büyümüştü bu çocuk. Ne kadar güzel bir adam olmuştu böyle. Kalbi sancıdı adamın, kaybedilen onca yıla yandı içi.
"Çok yalnız kaldın mı?" diye soru bir çırpıda. Neler olduğu, nasıl olduğu önemli değildi onun için. Bunca yıl kaçırılmışsa zaman heybelerinden elbet ir hesabı vardı Yaradan'ın. Gidene çare yoktu elbet ama merak ediyordu. Onlar burada birlikte her zorluğa göğüs gererken bu çocuk yalnız kalmış mıydı?
Erden, gözlerini yanarken, tebessüm etmeye zorladı kendisini. Ne bekliyordu ki? Defalarca görmemiş miydi bu adamın gönlünün büyüklüğünü? Onca seneden sonra ilk merak ettiği onun yalnız kalıp kalmadığıydı işte! Hızla yerinden kalkıp, dizlerinin üzerine oturdu, başını adamın dizlerine yasladı.