Bir yıl sonra...
Genç kadın yatakta en sevdiği pozisyonuyla yatarken artık iyiden iyiye büyüyen karnının izin verdiği kadarıyla, bir balina yavaşlığında sağ tarafına döndü. Yüzü gördüğü rüyanın etkisiyle asılmıştı. Çok uzun zamandır görmediği bu rüyayı, son iki haftadır neredeyse her gece görüyordu. Kollarından destek alarak yatak başlığına yaslandı. Neden böylesi bir rüya gördüğünü anlayamıyordu. Hayatının en güzel zamanlarını yaşıyordu oysa. Delice sevdiği ve onun tarafından sevildiği bir eşi, dünyalar tatlısı bir ailesi ve doğmak için sabırsızlanan bir bebeği vardı.
Yine de bütün bu güzellikler, her gece rüyasında kan ter içinde bir adamın arkasından koşmasına engel olamıyordu. Evlendikleri akşam geçirdiği baygınlık geldi aklına. Baygınken gördüğü sanrılar bir süre onu rahatsız etmişti. O zamanda rüyalarına benzer sahneler görmüştü. Bazen Erden, yaşadıkları bir anı daha önce yaşadıkları izlenimine kapılıyordu. Baş ucunda duran suyuna uzanıp bir yudum aldı. Aklındaki kötü düşünceleri kovalayarak usulca yatağından dışarıya süzüldü. Eşinin nerelerde olduğunu anlamak için etrafa yayılmış mis gibi kokuları takip etmesi yeterliydi.
Odasından çıkıp merdiven korkuluklarından aşağıya doğru baktı. Erden ve Savaş kahvaltı hazırlıyorlardı. İki kardeş büyük bir uyum içinde çalışıyor arada birbirlerine takılmayı da ihmal etmiyorlardı.
"Savaş! Bak düzgün doğra o domatesleri. Domatesten kalp yapmak da nedir?"
"Bir kere yengem çok seviyor böyle! Yeğenim beni senden daha fazla sevecek diye korkuyorsun değil mi? Hiç yağma yok!"
Erden, "Allah'ım neydi günahım!" temalı bir akış atarken semaya, onları izleyen Merve'yi fark etti. Karısının güzelliğini sanki ilk kez görüyormuşçasına bir hayranlıkla izledi bir süre. Hamilelik, sanki mümkünmüş gibi daha da güzelleştirmişti Merve'yi. Kalbi havalanıyordu ona bakarken.
"Ruhum... Günaydın. Bende günümün güneşi nerelerde kaldı diyordum."
Merve, kıkırdayarak yavaş yavaş merdivenleri inmeye başladı. Artık Erden'in sevgi sözcüklerine cevap vermiyordu. İstese de yapamıyordu zaten. Adam, her kelimesiyle kalbine bir odacık daha ekliyordu sanki.
Erden merdivenin sonunda karşıladığı karısını kucağına alıp, masaya taşıdı. Onlara gülen gözlerle bakan Savaş, takılmadan edemedi.
"Kardeşim bu nasıl bir aşk ya. Etraf toz pembe oldu resmen. Mahru'da benden böyle şeyler ister mi acaba?"
"Ben Erden'den bunları yapmasını istemiyorum ki kaynım Savaş, o içinden geldiği için böyle davranıyor."
"Öyle mi diyorsun yengem Merve."
Savaş, Merve'nin yanındaki sandalyeye oturup, başını masaya dayadı. Son bir aydır, yapmayı en çok sevdiği günlük rutini buydu. Bebek artık iyice büyüdüğü için, hareketleri dışarıdan kolayca görünüyordu. Savaş, küçük bir çocuk gibi, bebeğin hareketlerini izlemekten inanılmaz zevk alıyordu.
"Gözlerini dikip bakma kızıma Savaş!" diye söylenen Erden'e bakmadan cevap verdi.
"Seni yok sayıyorum Baba! Bir kere bir kızın ilk aşkı amcasıdır. Girme aramıza!"
Merve, tüm sıkıntısını unutuvermişti yine. Zaten bu iki kardeşin yanında olup da üzgün olmak mümkün değildi. Erden'in doldurduğu çayından bir yudum alıp, omletinden yemeğe başladı.
Son bir aydır, Erden, mutfak işlerine el koymuş, Merve'ye günlük yürüyüşleri dışında hiçbir iş yaptırmamaya adeta yemin etmişti. İşe gittiğinde tam biraz rahatladım diye düşünürken, bu seferde sevgili annesi görevi devralıyordu.