Oktay Fethi baba, koltukları sanki onları yutacakmış gibi oturan kadın ve adama baktı. Erden ve Savaş, anne babasına hiç benzemiyordu anlaşılan. O iki çocuk, böyle bir aileden nasıl sağ çıkabilmişlerdi. Anneleri, sanki burnu biraz daha aşağıda dursa kopacakmış gibi ısrarla havada tutuyordu onu. Babası ise, küçümser bakışlarla süzüyordu etrafı. Acıma duygusu yaktı içini. Bu insanlar hayatın gerçek anlamını görmeden ölüp gitmesinler diye dua etti içinden. Böyle insanlara karşı evrensel görevleriydi dua etmek. Ama elbette ki dua etmesi ağızlarının payını vermeyeceği anlamına gelmiyordu. Konuşmaya başlayan adama yöneltti bakışlarını.
"Beyefendi burada fazla vakit kaybetmek istemiyorum. Kim olduğumuzu bildiğiniz açık. Kızınızın oğlumuzla birlikte olması mümkün değil. Bir an önce bu duruma son vermelisiniz."
"Oktay Fethi baba, gözlüklerini çıkarıp yanındaki sehpaya koydu. Eşinin az önce ikram ettiği çayından bir yudum aldı. Yine demini harika tutturmuştu. Daha sonra adamla konuşmaya başladı.
"Beyefendi, söylediklerinizin ne kadar saçma olduğunu siz kendi çabanızla da gayet rahat anlayabilirsiniz aslında. Ne sizin oğlunuz ne de benim kızım on yaşında çocuklar değil. İkisi de kendi kararlarını alacak yaştalar."
"Elbette böyle söyleyeceksiniz! Kızınızın oğlumuz gibi birisiyle evlenmesi sizin için bulunmaz bir fırsat."
Oktay Fethi baba, gülümseyerek baktı karşısındaki kadına.
"Hanımefendi, bizi tanımadığınız için söylediklerini dikkate almıyorum."
"Beyefendi, bakın oğlumun peşini bırakmazsanız bu sizin için hiç iyi olmaz!"
Sinir damarlarında yavaş yavaş yayılırken, kendisini durdurmaya çalışıyordu Oktay Fethi bey, ama bu insanların konuşmaları ona hiç yardımcı olmuyordu.
"Niyetiniz gayet açık, oğlumun sahip olduğu imkanlar ailenizin hayatını kurtarsın istiyorsunuz. Ama bunun için kızınızın evlenmesine ihtiyacınız yok. Ne kadar istiyorsanız vermeye hazırız."
Tam Allah ne verdiyse saydırmak için ağzını açmıştı ki, mutfaktan şimşek kadar hızlı bir şekilde fırlayan Azize Sultan ondan önce davrandı.
"Bana bak hanım! Sen kendini ne sanıyorsun! Nereden geldiniz siz? Aliye Rona nerede? Tövbe Yarabbim! Bana bakın beyefendi bu saçmalık yeter artık. Bir an önce çıkın evimden yoksa elimden bir kaza çıkacak."
"Bu ne terbiyesizlik! Benim oğlum sizin şu yüzünüzü görse..."
"Sizin oğlunuz!" diyerek araya girdi Oktay Fethi baba,
"Sizin oğlunuz, on yedi yaşında yüzünde bir yara ayağında bir araz kalbinde ise ikinizin açtığı kocaman bir çukurla attı ilk adımını bu eve! Omuzları çökük o korkak bakışları hala aklımda. Siz o çocuğun kalbinin üzerinden defalarca geçmenize rağmen, çok iyi bir adam olmuş! Yaptıklarınızı biliyoruz! Her birisini, öyle yanlış bir yoldasınız ki, tez vakitte dönmeseniz böyle pırlanta gibi iki evladı kaybedeceksiniz."
"Siz nasıl?" adamın kafası karışmıştı belli ki ama daha fazla bu insanların yüzüne tahammül etmek istemiyordu.
"Bence bu konuşma burada bitti. Kızımı isteyip istememeniz umrumda değil beyefendi, ben kızımı Barış soyadına değil, sadece Erden' verdim. Teminatımda o çocuğun tertemiz gözleri. Şimdi lütfen evimi terk edin."
Kaçarcasına bir ritimle evden çıkan ikilinin arkasından baktılar bir süre. İnsan ne kadar kör olabiliyordu böyle. Bu iki insan, ellerindeki o iki güzel çocuğu nasıl göremiyorlardı.