Erden'in bürosu o gün, kutuplardan gelen soğuk hava dalgalarını misafir ediyordu. Anne ve Babası, daha o gelmeden önce gelmiş hazır ve nazı şekilde bekliyorlardı. Erden binanın girişindeki arabalarını gördüğü an, Savaş'a haber vermiş, o gelmeden yukarı çıkmamıştı. Neler olacağını az çok biliyordu ve o kaçınılmaz anlarda yanında bir desteğe ihtiyacı olacağı kesindi.
İki kardeş, merdivenleri çıkarken, oldukça stresliydi. Ve bir yandan üzgün. Anne babalarıyla ilişkilerinin böyle olması gönüllerini yoruyordu bu iki güzel adamın. Özellikle, Savaş, yeni tanıştığı Merve'nin ailesini gördükçe daha bir üzülüyordu son günlerde.
İlk kez aşık olduğunu bile, başkasının babasına anlatmıştı. Başkasının annesi ona "Hadi bakalım Savaş oğul, yakında sana da kız istemeye gideriz hayırlısıyla" diye mesajlar atıyordu.
Kendi anne babaları ise, hayatlarının baharını kışa çevirmek için uygun mekan bekleyen bir balkan soğuk havası modundaydı.
Kaçınılmaz sona ulaşıp, anne babalarının karşısına oturduklarında, daha derin bir nefes bile alamamışken, babası konuşmaya başladı.
"Erden, sana bu evlilik olmayacak dediğim halde, beni dinlemeyip kıza evlenme teklif ettin. Bu evlilik olmayacak. O kız bizim ailemize layık değil. Hem sen nasıl olur da hırsız bir kızı ailemize getirirsin?"
Babasının ilk cümlelerini büyük bir kayıtsızlıkla dinleyen Erden, son cümlede ayağa kalkmış, mahkeme salonlarında kullandığı o amansız yüz ifadesi ve sesiyle konuşmaya başlamıştı. Öyle ki, Savaş bile titremişti sesinin tonu karşısında.
"Baba... Bir daha benim yanımda sevdiğim kadın için hırsız derseniz, ömrünüzün sonuna kadar yüzümü göremezsiniz."
"Erden!" diyerek araya girmeye çalışan annesini bir bakışıyla susturup konuşmaya devam etti.
"Merve, benim karım olacak. Bahsettiğiniz olayı size kimin anlattığını çok iyi biliyorum. O kişide çok iyi biliyor ki Merve hırsız değil. Velev ki hırsız olsa bile bu sizi ilgilendirmez."
"Nasıl ilgilendirmez! Sen bizim oğlumuzsun..."
Histerik bir gülüş oynaştı dudağında Erden'in, iyice sertleşen yüz hatlarıyla konuşmaya devam etti.
"Oğlunuz? Siz bu kelimenin anlamını biliyor musunuz? Siz beni değerli oğlunuz için feda edilebilecek her hangi biri gibi gördüğünüz gün, artık ben sizin oğlunuz değildim. O günden sonra da bir kere bile oğlunuz olmadım.
Şimdi sizden istediğim tek şey, daha önce nasıl davranıyorsanız aynı şekilde devam etmeniz. Yıllar sonra hatırladığınız ebeveynlik oyununuzda elinizdeki bebekler değiliz biz. Olduğunuz yerde kalırsanız, hiç değilse size olan saygımızı kaybetmemiş olursunuz."
Hırsla kalkan ikilinin arkasından baktılar bir süre iki kardeş. İçlerindeki o ilgiye muhtaç küçük çocuklar hala onlar tarafından sevilmek istiyordu. Bir çocuğun ihtiyacı olan anne babasının sevgisidir. Yerine başka sevgiler gelse bile, onların boşluğu asla dolmazdı.
~~~~~
Savaş, ağabeyinin yanından ayrıldığında bozuk olan moralini düzeltebileceği tek yere yani Mahru'sunun yanına doğru yola çıktı. Bir şekilde ona olan hislerini itiraf etmeliydi artık. Duygularının karşılığı var mı yok mu görmeli ona göre davranmalıydı. Gerçi karşılıksız bir aşka tutulmuş olma ihtimali ödünü kopartıyordu.
Ne zordu bu aşk meselesi! Aşık olmasaydı iyiydi. Şimdi aşık olmuşken, o yola girmişken, dönüşü de yoktu muhtemelen.
Üniversitenin kapısına park ederek beklemeye başladı. İçeriye girmek istemiyordu. Mahru son görüştüklerinde artık gelmemesi gerektiğini söylemişti.