1.6

57 8 3
                                    

...

Yine bomboştu sokaklar, yolun kenarına sıra sıra dizilmiş yemyeşil ağaçların yaprakları rüzgar ile kıpraşıyor, kulağa hoş gelen bir hışırtı çıkarıyordu. Neredeyse batmak üzere olan güneşin altın sarısı ışığı boş yolun tam ortasında yürüyen Clay ve George'un arkasından vuruyor, gölgelerini önlerine düşürüyordu.

Sessizlik vardı ikisinin arasında. Aynı şeyi düşünüyorlardı fakat ikiside bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemiyordu çünkü dudakların arasından çıkan sözcükler düşüncelerden daha çok yaralıyor, daha çok acıtıyordu yüreklerini.

Kesinleşmişti bazı şeyler, kafada otutturulmuştu: kadere karşı koyulmuyordu. Acımasız hayat ne isterse, ne getirerse her zaman o oluyordu. Bu zamana kadar yaşadıkları her şeyi hayat getirmişti onlara. İyileri de kötüleri de...

O gün, George artık yalnız olacağını, yanında her kötü gününde onu karanlıktan çekip alacak bir dostunun olmayacağını anladı. Olumsuz düşünmek istemiyordu ama düşünecek olumlu yanı bir türlü bulamıyordu.

Sanki biraz ölümü çağrıştırıyordu bu an. Ölüm gibi kaçışı ve çağresi yoktu. Ölüm trenine binerek sonsuzluğa uğurlanıyor gibiydi her şey. Geri getirelemezmiş, sonsuza dek yok oluyormuş gibi hissettiriyordu. İşte bu yüzden sıradan bir sessizlik değil, ölüm sessizliği sarmıştı her yanı. Sanki güneş bile tekrar doğmayacakmış gibi acıyla ve kederle batıyordu, sanki kuşlar bile tekrar dönemeyecekmiş gibi son kez dönüyordu yuvalarına. Ve sanki ölümle rüzgar olup gidenlerin geride kalanları kucakladığı bu rüzgar bile ölüme boğulmuşcasına son kes esiyormuş, bir daha esemeyecekmiş, geride kalanları bir daha kucaklayamayacakmış gibi karıştırıyordu George'un saçlarını.

Claylerin evinin önüne gelince durdu ikiside, birbirlerine bakarken ikisininde gözlerini doluyordu.

Başını öne eğmişti George. Tekrar ağlamamak için dudaklarını sıkıca ıstırıyor, tişörtünü çekiştiriyordu. Clay yavaşça George'un koluna dokundu "George ben..." diye mırıldandı, mahçup hissediyor, ne diyeceğini bilmiuordu.

George derin bir nefes aldı, başını kaldırdı, Clay'in gözlerine baktı ardından hılza boynuna atladı. Sımsıkı sarıldı Clay'e. Clay de  aynı şekilde sımsıkı sararak karşıladı George'u.

"Her şey iyi olacak..." diye mırıldandı George. "Her şey iyi olacak" diye tekrarlayarak net bir şekilde onayladı Clay, "Emin ol" diye ekledi.

George. Geri çekilince yüzünde buruk bir gülümseme ile "Sanırım bu günün de sonuna geldik. Gideceğiniz zaman bana bir şekilde haber ver olur mu?" dedi gözlerini silerken.

Aşağı yukarı kafa salladı Clay, "Sen de daha çok ağlama olur mu? kendine zarar verirsin" dedi yavaşça. "Tamam" diye yanıtladı George burnunu çekerek. Ardından daha fazla şey söylemeden arkasını dönüp gitti. Daha fazla şey söylemedi, söylemedi çünkü ne söylerse söylesin onlara daha fazla acıdan başka bir şey eklemeyeceğini çok iyi biliyordu. Sustu, acının ve hüznün çığlık attığı sessizliğin içinde batan güneş ışığı gözlerindeki gözyaşlarını parlatırken.

Kısa süre sonra eve gelmişti, henüz gözleirndeki yaşlar kurumamıştı. Baçeden içeri girdi. Ceplerini aradı, anahtarı almamıştı. Annesinin içerde olduğunu biliyordu, yavaşça tıklattı kapıyı fakat ne kapı açıldı ne de bir ses geldi içerden. "Acaba yine bir yere mi gitti? O herif de mi yok?" diye düşünüyordu George ama bu önünde duran ayakabılar annesinindi ve aklının iyice karışmasına sebep oluyordu.

"Anne! İçeride misin?" diye seslendi George kapıda beklerken. Hiç bir ses gelmedi, tekrarladı "Anne? Duyuyor musun?"

Nefes verip "Tanrım... Hadi ama" diye mırıldandı George. Tam o sırada, birden gözüne çarptı kapıdaki izler.

Bir Buket GülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin