"Ben, bunun gerçek mi yoksa büyü mü olduğunu ayırt edemiyorum."

373 37 45
                                    

Merrrhabalarr, bu kitap için aklımda fena şeyler var
ama bir türlü yazamıyorum resmen, neyse geç olsun güç olmasın.

Size bir sorum var.

Kitabı okuma sebebiniz nedir?

Cevapladıysak başlayalım 👉🏻👈🏻💘

***

Atın dizginleri, kılıç kuşanıp savaşlar gören eller arasında salınırken bineğin üstündeki Komutan, dudaklarını ele geçirmiş minik ve sahici gülümsemesi ile keşif için seçilmiş birkaç askerin en önünde, atıyla ilerliyordu.

Sağ kanadında her zamanki gibi Seokjin vardı, solunda ise Teğmen Min bulunuyordu. İlerledikleri bol kayaçlı ve taşlı yolda, duydukları tek ses atların nallarından çıkan o demir sesleriydi. Ve kafile, Batı'ya git gide yaklaşıyordu.

Gözleri önünde uzun bir çamurlu yol yokmuş gibi buseler saçan suratının sebebi, Prensin kulağına iliştirdiği ve asıl kökü saçlarıymış gibi duran papatyanın, iki dalından birinin göğsünde durmasından kaynaklanıyordu.

Sert çelik kıyafetlerinin onu ezip büzmemesi için kendince bir çözüm bularak o nahif dalı cep günlüğünün sayfaları arasına yerleştirmişti. Kokusu burnundaydı sanki, her nefes alışında mutluluk soluyor gibi gülümsemesi asla bozulmamıştı.

"Ne güzel, bu gülmelerini özlemişim," dedi Seokjin atını onun atına yaklaştırırken, onun da yüzü Komutanınki gibi gülüyordu. Arkadaşının mutluluğu kendi mutluluğuydu babında. Dizdinleri biraz kendine doğru çekip, doğrudan arkadaşına baktı.

Arkadaşının söylediklerine de gülümserken, dizgindeki elini çekip sol göğsünün üstüne götürdü Komutan. "Burası," dedi. "burası, sanki nefes alıyor. Bana can veriyor gibi hissediyorum. Elinin değdiği her şey o kadar büyüleyici ki, yüzümü okşasa melek okşadı sanırım."

İlk kez bu kadar net konuşması kendini de şaşırtmıştı fakat artık durmak istemiyordu. Önceye göre karar veren, düşünceler içinde kaybolan kişinin gidişi Prensin gelişiyle yok olmuştu. Bu fazla güzel hissettiriyordu. Lâkin korkuyordu da, korksa da bu güzel sevda uçurumu onu kendisine çekiyordu.

Kendi nasırlı elleri arasına çok yakışıyordu Prensin esmer güzeli elleri. Mis gibi de kokuyorlardı, Komutanın toprak kokulu elleri arasına çiçek bahçesi dikmiş gibi bir sır veriyordu. Prens çok güzeldi, fazlasıyla güzeldi ve güzel olduğunun da farkındaydı. Ona bütün güzelliklerini göstermesi bundan kaynaklanıyordu belki de, kalbini bile açmışken oranın içini de görebilmişti Komutan.

Güzel Prensin kalbi kendisiyle doluydu. Çiçekli kırlar arasında kendini öpen kalbi, bir günlüğüne omuzlarına ağır gelse de karşılık beklemeksizin, kendini kıyamadan seven birini düşünmek güzel gelmişti Komutana.

Üstelik kendisinin boş olmadığını da biliyordu.

Bunu kabul edebilmesi zordu. Ellerinin boşluğa düşmesine dayanamazdı bir kez daha belki, ama bu güzelliklere sarılmak, cenneti öpmek geliyordu içinden.

Taze bir papatya dalı olan Prensi ziyan etmiş olmak istemiyordu. Göğsündeki papatyayı taşıyan günlüğü gibi, Prensi göğsünde taşımak istiyordu.

Derince bir soluk daha çekti Komutan ve Seokjin'in kendisine bakan şevkatli bakışlarına karşı gözleriyle gülümsedi yeniden. Önüne döndüğü an, birden atların bağırışıp şaha kalkmasıyla kollarını bineğinin boynuna bağladı.

Sınırda oldukları bununla kesinleşmişti, binekler bunun farkındaydı ve acılı acılı bağırıyorlardı.

"Neler oluyor?" diye mırıldanıp Seokjin'e baktığında, kararmış gözleriyle kendine bakan arkadaşıyla göz göze geldi Komutan. Ardından hızlıca ardına bakıp kafileye dur işareti verdi.

Dildâde [TaeKook]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin