Prens sıcacık suyun içinde, gevşeyen, bunun yanında parıl parıl parlayan vücudunu dikleştirip, sırtını içinde bulunduğu küvete yasladı. Seri solukları ciğerlerini yormaya başlamıştı lâkin beyni öyle kalabalık düşünüyordu ki, Kahya Jimin'in seslenişlerini işitemez hâle gelmişti.
Jimin, prense nasıl bu hâle geldiğini fısıldarken omzunu sabunluyordu. Prens'in onu işitmediğini anladığında burnundan nefes verip, "Tae, iyi misin?" diye sordu. Prens'in uğuldayan kulakları bu defa ismini tanıdığında hafifçe sıçradı, Jimin'in yüzüne baktı, "İyi miyim? İyiyim tabii, olası burun kanamalarım ve bayılmalarım işte." ve omzunu silkip elinin tersini esneyen ağzına dayadı.
Yorgundu, omuzları çökmüştü.
Uykusu vardı bir de, gördüğü rüyayı neye yorumlaması gerektiğini bilmiyor, beyninin bunu düşünmekten kusabilme ihtimali olduğunu bile düşünmüştü hatta. Uykusu vardı, çok vardı hatta. Lâkin uyumak istemiyordu. Yeni gelen, burnundaki kanamaya beyaz mendili ile müdahale eden Komutan'ın babasıyla neler tartıştığını öğrenmek istiyordu.
Boynunu, yasladığı küvette, köprücüklerini sabunlamayı bitirmemiş arkadaşına çevirdi ve kurumuş dudaklarını ıslattı ilk olarak. "Jimin," dedi, gözleri bir anlığına onun üzerindeki siyah cübbenin üzerine işlenmiş olan, çiçek armasında dolandı, "henüz uyumak istemiyorum, bana, bana cübbene işlenmiş çiçeğin hikayesini anlatır mısın, biliyorsundur hikayesini sen. Hm?" Fısıldayışının ardından çıplaklığını umursamadan tamamen arkadaşına döndü esmer beden.
Jimin anlatmakta kararsız bakışlarını, üzerinde acımasızca işlenmiş olan çiçek sembolüne değdirdiğinde ciğerlerini sabunun kokusu ile doldurup, sol elinin âyasıyla gözünün altından geçti ve o ciğerlerine çektiği köpüklü havayı dışarı salarken, "Anlatırım. Anlatırım tabii," diye fısıldadı.
Esmer, güzel Prens tıpkı kendi gibi güzel bir gülümseme oturturken yüzüne, heyecanlıydı. Arkadaşı Jimin'in aksine.
"Bak uykum geliyor benim," dedi Prens sabırsızca, "suyun içinde uyur sonra da yeterince hasta değilmişim gibi yine hasta olurum, başına zaten dert değilmişim gibi tekrardan bela olurum. Sabırsızım ben, anlat lütfen." Çocuk gibi mızmızlanışı güldürdü Kahyayı ve başını olumsuzca sallamasını izledi Prens.
"Benim için asla baş belası olmadın Tae, sen benim tek arkadaşımsın." Bu sözlere gülümsedi Prens ve buruşmasını sevdiği ellerini birbirine geçirerek, Kahya ile birkaç dakika süreceğine inandığı bir göz temasına girdi.
İçi burkulurken, derince bir nefes çekti içerisine Kahya. Az önceki gibi sabun kokusu yerine, sol göğsünün üzerine işlenmiş Nergis çiçeğinin kokusu dolmuştu içerisine. Beklemek yerine, gözlerini kara gözlere değdirip dudaklarını ıslattı.
"Efsaneye göre bir peri ile tanrının oğlu olan Narkissos, dünyanın en yakışıklı erkeğiymiş. Onu bir defa gören dillere destan güzelliği karşısında büyülenip ne yapacağını bilemezmiş. Onu tanıyan her kız, her peri, ona delilercesine âşıkmış. Hatta tanımalarına bile gerek kalmadan, ilk görüşte umarsızca gönüllerini ona kaptırıyorlarmış. Lâkin Narkissos hiçbirine yüz vermiyor, hiçbirini kendine lâyık görmüyormuş." Yutkunuşunun ardından devam etti. "Dağlarda ve mağaralarda yaşayan güzeller güzeli Ekho da, Narkissos’un bu şanından haberdarmış. Lâkin onu bir kere bile görmemiş. Hiç ummadığı anda da, bir gün Narkissos ile karşılaşmış. O da tıpkı diğer kızlar gibi ilk görüşte Narkissos’a aşık olmuş. Günlerce ona kendini göstermeden çevresinde deli divane dolanmış. En sonunda dayanamayarak aşkını ilan etmeye karar vermiş. Lâkin Ekho konuşamıyormuş. O sadece kendisine söylenen sözleri, tekrar ederek düşüncelerini dile getirebiliyormuş. 'Eğer Narkissos beni gördüğünde bana güzel sözler söylerse ben de onları tekrar ederek ona olan aşkımı dile getirebilirim.' diye düşünmüş. Ve cesaretini toplayarak Narkissos’un karşısına çıkmaya karar vermiş.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dildâde [TaeKook]
Fanfic"Komutan Jeon, papatya'nın hikayesini bilir misiniz?" ×Kim Taehyung & Jeon Jeongguk.