"Seni incitmişler lâkin hep çiçek açmışsın."

426 64 38
                                    

Gözleri kısıkça yerdeki çıkıntıları sayıyor, içinde büyüyen dumanı dağıtmak için sık sık nefesleniyordu. Üst üste gelen olaylardan sonra karşılaşamamışlardı bir daha. Gerçi, karşılaşsalar da ikisi de susardı.

Gerçi diğeri ondan uzakta nedensizce susarken, diğeri onu izlerken susakalırdı.

Diğerine göre daha çelimsiz olan Jimin, bütün yüklerin, sorumluluklarının altından güzelce kalkarken sadece susar, arada Prensle, en yakın arkadaşıyla konuşurdu. Gerçi, evet en yakın arkadaşıydı lâkin ona bu durumdan, derbeder halinden bahsetmek istese de korkuyordu.

Bir kere, o bu büyük ve ihtişamlı sarayın en önemli kişilerindendi. Prensin en yakını, hatta ölene değin en yakını olarak kalacaktı. Prens ise hastaydı, bakıma, özel ilgiye ve ilaçlara ihtiyacı vardı. Bu durum onu ne kadar kahretse de şifacı değildi, elinden bir şey gelmiyordu. Ah, gözyaşları dökmek dışında.

Ve karşı konulamaz bir şekilde düşmüş, çaresiz hissetmek dışında.

Kahya, Prensin en yakını, arkadaşı, âşıktı. Bu yüzden Taehyung'un ilaçlarını özenle içirip alnına öpücük kondurduktan sonra rütbeli askerlerin, toplantı sonrası akşam yemeğini bitirmesinin ardından saray bahçesine çıktıklarını öğrenmiş, soluğu hemen balık havuzunun yanında, gizli bir kenar köşe duvarın dibinde almıştı.

Orada, hemen balık havuzunun dibinde oturan, yüzündeki o donuk ifadeden ödün vermeden oturan Teğmen Min'i gördü ve dudakları buruk bir şekilde gözlerine yukarı çekildi. Çok seviyordu onu, ama her seferinde uzaktan izleyecek kabiliyeti bulmuştu kendinde.

Korkuyordu, Teğmen Min öldürebilirdi kendini. Çünkü kalbindekiler bu denli ağırken, ona karşı olan davranışlarımdan, beceriksiz gibi titremekten belli etmemem olanaksız diye düşünüyordu. Korkuyordu ama seviyordu işte.

Oysa en yakın arkadaşı Ölümsüz Bogum öldüğünde ne kadar çok istemişti ona sarılmayı ve "Seni hep incitmişler lâkin hep çiçek açmışsın sen," diyerek kırgın gözlerinden öpmeyi..

Kafasını omzuna düşürüp dayandığı duvara sırtını yasladı ve gergince yutkundu. Ateşi çıkmış gibiydi, yani öyle hissediyordu. Fazlasıyla sıcak.

Yutkunduğu için aşağı inip kalkan gırtlağı bile cayır cayır yakıyordu boğazının içini. Ellerini yanaklarına bastırıp birkaç küçük tokat attı, uzun kahküllerini alnından geriye tarayıp sağ avucunu kalbine bastırdı. Baş edemiyordu artık. Burnundan ılık bir nefes verip dudağının üstünde oluşan terleri yokladı. Gözleri sulanmıştı.

Utanç içinde yeniden havuza doğru baktı. Önünde oturan Teğmen Min, artık orada yoktu. Ne ara kaçırmıştı? Biraz daha izlese, gözleri ona biraz daha doysa olmaz mıydı?

Birden ensesinde hissettiği sert ve soğuk nefesle irkildi, ve nefesi kursağında kaldı.

"Sen, daha ne kadar beni uzaktan izleyeceksin? Fark etmeyeceğimi sana düşündüren, beyninde benim yetersiz bir asker olduğumu zikretmen mi?"

Yatağında birden dikilip karnını tuttu Prens. Nefes nefese kalmıştı ve ikinci defa oluyordu ona, ve bu oldukça korkutucuydu. Kafasını iki yana sallayıp dışarıya baktı hemencecik. Perdeleri aralık duran pencereye döndü ve havanın az önceki rüyadaki gibi kararmış olduğunu gördü.

Elleri titriyor ve korkuyordu.

Titreyen bacaklarını yorganının altından çıkarıp terliklerini giymeden çarıklarını ayağına geçirdi. Boğazında büyük bir yumru vardı sanki ve o hiç geçmeyecek gibiydi.

Kenardaki paravanda asılı olan pelerinini alıp şapkasını kafasına geçirdi ve odasından hızla çıktı. Jimin odasında değildi. Koridora bakış atıp babasına görünmeden kütüphaneye adımladı. Büyük kapının önüne geldiği gibi hızlıca içeriye gitti ve alfabe sırasıyla dizilmiş kitapların arasında gezinmeye başladı.

"R.. Rahipler.. Resimler.. Ruhlar.. Rüyalar.. İşte," Aradığı bilgi dolu ağır kitabı zorlansa da raftan indirip kitaplık boyunca uzanan masanın üzerine bıraktı, ellerini ise ilk satırın altına yerleştirdi.

"Rüyalar uykunun bir parçasıdır. İnsanoğlu gördüğü rüyaların bir şeyleri işaret ettiğini düşünerek buna kutsal bir anlam yükler ve genelde rüyaların ileriyi, bir gerçekliği gösterdiği savunulur. Rüyaların gerçekleştiğini, veyahut gerçek gibi hissettirdiğini söyleyen insanlar geleceği tahmin etme konusunda gelişmişlerdir. İnsanların 'görü' yoluyla geleceğinden kesitler görebilmesinin, kaderi değiştirebileceğini söyler."

Dişleri arasında sıkışan dudaklarını serbest bırakıp soğuk ellerini terlemiş şakağına yerleştirip ovdu Prens. İki rüyasına da görü mü deniyordu cidden? İlk rüyasında da Komutan'ı görmüştü, onunla nasıl bir geleceği olabilirdi ki? Hem, bunların uydurma olup olmadığını nereden bilecekti?

Sulanan gözlerini kırpıştırıp masadaki kalın kitabı kapattı ve rafa, raftan biraz dışarı sarkık bir şekilde bıraktı. Buraya tekrar gelip yazanları tekrar tekrar okuyacaktı. Karanlığa alışan gözleriyle ayaklarına bakarken kapıya ulaştı ve hızlıca dışarıya çıktı. Koridordan yükselen boğuk seslerle koridorun en ucuna döndürdü başını.

Rütbeliler akşam yemeğinden sonra saray bahçesine çıkıyorlardı.

Aklına bir şey geldi, ve bundan emin olmak için adımlarını sarayın kenar köşede kalan balık havuzuna doğru yöneltti. Askerlerin onu görmesine izin vermeden sarayı terk ederken, kütüphanede nefes seslerini bile hissetmediği bir beden, sarkık bir şekilde bıraktığı kitabı elleri arasına almıştı.


•••

Çok heyecanlandım, yazımı 30-35 dakika falan sürdü ve çok iyi olduğunu düşünmüyorum. Umarım beğenmişsinizdir.

En güzel yerinizden öpüyorum,

Dildâde [TaeKook]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin