"Ama bu krallığın evim olmasını istiyormuş gibi konuştun,"

381 58 9
                                    

Sarışın beden kuşkulu gözleriyle önünde olan biteni izlerken, onu arayan savaş arkadaşından bihaberdi.

Aradığını bulmuş gibi ağzından fırlayan çınlama ile, kalın kitabın üzerindeki yazıların altından parmağıyla geçişini ve harıl harıl bir şeyler okumasını izledi. Aslında buraya biraz yalnız kalmak ve zamanını aylaklıkla geçirmek adına gelmişti.

Prensin kendini bir şeyler bulmak için paralayışını görmek tuhafına gitmişti.

Ardından birden kitabı kapatıp, birkaç kez soluklanmasını dinledi esmer bedenin. Kafası karışmış gibi duruyordu, alnından fırlayan birkaç telin terlemiş ve yüzüne yapışmış olduğunu fark etti.

Prensin kitabı hızlıca kapatıp rafa tam oturmayacak bir şekilde bıraktıktan sonra hızlıca kütüphaneden çıktığı ana kadar olduğu yerde dikildi ve orada yalnız başına kaldığı gibi o kalın kitabı elleri arasına aldı.

Az önce kurcalandığı belli olan sayfa, kitap masaya bırakıldığı gibi kendiliğinden açıldığında, yakışıklılığına yakışıklılık katan kaşlarını çattı.

"Kocaman Prenssin, elinin altında her şey bulunuyor," diye mırıldandı önce, "bir rüya gördüysen, neden babana söylemez, yorumculara danışmazsın?" işaret parmağını şakağına çıkartıp bir süre kaşıdı ve Prensin parmak iziyle göçerttiği kelimelerin altından geçti defalarca.

Zeki birisi olmasının yanında merakı onu bazı şeylerde ileriye götürür, bazen başına işler açardı.

Birden, büyük kütüphanenin sessizliği içinde bir kapı sesi duyuldu ve korkuyla karşısına baktı.

Bu büyük gözlü adam da kim böyle?

"Her gittiğiniz krallığı da eviniz mi sanarsınız böyle?" Kendisine yöneltilen soruyla dudağının sol kenarı kıvrıldı ve önündeki kitabı dikkat çekmemek adına kapatarak yerine bıraktı.

Cesur, severim.

"Sen bunu sorana kadar böyle bir şey aklımın ucundan geçmemişti, yorgun bedenimi dinlendirmek adına buradaydım aslında," dedi sarışın beden, ve masanın dibinde bulunan sandalyeye çöktü, "ama bu krallığın evim olmasını istiyormuş gibi konuştun, gecekuşu gözlü asker." dedi, bir tebessüm bıraktı.

Koca gözler biraz daha açılmış, ağzından kötü bir şey kaçırmamak için gözlerini sinirlice etrafta gezdirmeye başlamıştı. "Bir kere," dedi ve işaret parmağı ile masa başında oturan bedeni gösterip kısmış olduğu gözleriyle bedenini süzdü, "sen bir askersen, ben de öyleyim. Üstelik bir adım var, bana bir hayvanın özelliğini takıp benimle atışamazsın böyle." dedi ve ciddi bir yavaşlıkla masanın dibine kadar yaklaştı.

"Benim adım NamJoon, Kral'ın en iyi askerlerindenim, eminim ki sen de o kudretli silah arkadaşın için öylesindir. Lâkin bu demek değildir ki bana saygısızlık yapabilirsin." Ellerini masanın üzerine koyup kafasını eğdi asker, uzun saçları omuzları üzerinden serbestçe salınıyordu şimdi ve gözleri bir kuzgun edasıyla sarışın askeri süzmeye devam ediyordu.

"Ne de güzel konuştun, elbette kimseye saygısızlık yapmak istemem lâkin," dedi asker SeokJin, ve masanın üzerinde ritm hâlinde olan parmakları gecekuşu gözlü askerin çenesine gitti. Bu hareketi, karşısındaki askeri kitlemişti. "lâkin, gözlerin yüzünden değil de, ulaşılmaz bir auran olduğunu hissettiğim için sana gecekuşu demek isterim. Üstelik," parmaklarını çenesi üzerinden, dik burnunun ucuna ulaştı askerin ve ikisinin de nefesleri tekledi.

Alışkın değillerdi, ikisi de kendini bir büyünün etkisine bırakmıştı sanki.

"gözlerin de asker, bana ağaçlarda konakladığımda komşuluk yapan yumuşak gecekuşlarını hatırlatıyor. Bırak böyle kalsın." konuşmasını bitirdiği gibi gözleri birbirini bırakmayan iki beden bir müddet daha sustu, sonra birden gecekuşu, burun hizasındaki ele tokat atarak sarışın bedenden uzaklaştı.

Onun bu hareketi diğerini güldürmüştü.

Asi, severim.

"Bana izinsizce dokunabileceğini kim söyledi sana!" diye çağırdı ilk önce, sonra kızarmış olan burnuyla geriye adımladı, gecekuşu gözleri beyaz tenli asker hariç kütüphanenin her tarafında dolanıyordu. Sarışın asker durumun ciddiyetine varıp yüzündeki buseyi silip attı. "Üzgünüm, bir an kendime engel olamadım, anlık gaflete düştüm." dedi ve sandalyeden kalkarak çıkış kapısına yöneldi.

"Dur." Ardında kalan askerin söyleyişiyle beraber dururken, yüzünde tekrardan bir gülümseme oluştu, bir an düşününce; bugünün gülümsemeleri Jeongguk'un bıkmış ifadeleri sayesinde değildi. "Hm?" dedi ve elleri arasındaki kapı kulpunu biraz gevşetti.

NamJoon elini kızarmış burnundan tamamen çekerek yüzüne dökülen perçemlerini kulağının ardına itti ve terleyen yüzüne eliyle hava yaptı. "Komutan arkadaşın seni arıyordu, benden seni bulmamı rica etmişti. Bir daha kimseye haber vermeden de sarayda kaybolma, ben değil, başkaları yanlış anlar." diyerek onu ittirdi ve gecekuşu gözlü asker kendinden önce kütüphaneyi terk ederek gözden kayboldu.

Birden vücut ısısının yükselmeye ve ona can veren organda bir takım hızlanmalar meydana geldiğini hissettiğinde yutkunup yüzünde büyükçe bir gülümseme oluşturdu.

Neler yaşamıştı birkaç dakika içinde böyle? Kesinlikle alışkın değildi, hayatı bir tek Jeongguk'la uğraşmakla ve savaşmakla geçmişti. Kendi etrafına sürekli çiçekler dağıtan, komik bir yapısı vardı lâkin bu zamana kadar hiç kalbiyle düşündüğü olmamıştı.

Mantıklı biriydi, şu anda aklındaki tek şey Jeongguk'un yanına gitmek için diretse de, kalbi buradan çıkıp giden askerin peşindeydi.

Gölgesinin yansıdığı kapı birden yeniden aralanmış olunca, merakla kaşlarını kaldırıp, yeniden içeriye gireceğini sandığı bedeni bekledi. Lâkin kısa sürmemiş, buz gibi suratı ve çatık kaşlarıyla içeriye giren beden arkadaşı olmuştu.

Omuzlarını düşürüp ofladı.

"Seokjin, neredesin tanrı aşkına sen?" Kendisine yöneltilen soruyla beraber yüzüne çapkın bir gülümseme bırakıp omuz silkti ve ardına dönüp masaya baktı. "Üzgünüm Komutanım, anlık bir gaflete düşmüşüm, beni arayacağını düşünemedim." Isınan ellerini burnuna getirip hafifçe kaşıdı ve kendisine kısık gözlerle bakan arkadaşına döndü tekrar.

Şüpheci bakışlarıyla karşı karşıya gelmemek için gülümseyip dudaklarını yaladı. Utanç hissinin vücuduna girmesi dudaklarını titretmişti.

Komutan Jeon ondaki değişik havayı çözmeye çalışırken etrafa göz atıp kafasını iki yana salladı. Kesin bir işler çeviriyordu, anlatmasa bile ileride kokusu çıkardı.

Elini kuşağına götürüp gevşeyen kısmı sıktırdı ve içini kemiren duyguyu arkadaşına açmaya karar verdi, "Her neyse, seninle görüşmem gereken bir husus var, odama gidelim."




•••

NamJin, mission completed?

Dildâde [TaeKook]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin