"Gözlerindeki o ıslak boşluğu görmektense, canlı olarak gömülmeyi dilerdi."

241 30 8
                                    


Uzun bir aradan sonra merhaba, yorumlarınızı bekliyorum 👉🏻👈🏻

**

Atların bağırışları, yürüyüş sesleri ve yarım saatte tahtadan yapılan yatakta uzanan siyah dumanlı kadın, herkese huzursuzluk saçıyordu. Komutanın gözleri ilerideydi, Batı'yı ardında bıraktıklarından sonra, koca sarayın uzaklardan görünen çatısı belli olmaya başlamıştı.

İçindeki huzursuzluk Vene yüzündendi. Ölmediğine sinirliydi, yalanlarına sinirliydi, maviden beyaza dönen gözlerine, en çok da kendine sinirliydi. Onu gördüğünde savunmasız bir çocuğa dönmüştü aniden. Annesini gören aç bir çocuk gibi titremişti bedeni.

Kini yoktu Komutanın, ama kendisine yapılan haksızlık ve söylenen yalanlar omuzlarını göçertiyordu. Sus çizgisi kadar keskindi kaşları, yanmış ciğerlerinden sert bir nefes verdi.

"Seokjin, askerlerden birine söyle erkenden gitsin saraya. Büyücüleri bulsunlar hemen, tehlike elimizde." Atın dizginlerini karnına çekip yana döndü Komutan, arkadaşı yanıbaşındaydı hemen. Arkadaşı başını indirip emri yerine getirmek için ulağa el işareti yaptı ve yanına çağırdı. Ardından yarım dakika içinde ise at yıldırım hızıyla saraya koşmaya devam etti.

"Bunun gerçekten iyi bir fikir olduğunu düşünüyor musunuz, Komutan Jeon?" Teğmen Min, atının üstündeki dik ve asil duruşuyla tam karşısına bakarken, Komutan parmakları arasındaki dizgini bırakıp sertçe burnunu sildi. Gözleri otomatik olarak kısılmıştı.

Sinirliydi kendine, çünkü yaptığının doğru ya da yanlış mı olduğunu bilmiyordu. Kafası karman çormandı, içindeki hisler midesini bulandırıyordu. "Bilmiyorum," dedi sinirini bastırarak. "ama Batı'yı o yürüyen ceset parçalarına bırakmak istemiyorsam bu konuda büyücülerle çalışmam gerekiyor, sınıra büyücüleri götürmem onları tehlikeye sokmam demek." gözlerini Teğmenden çekip daha da açığa çıkan sarayın çatısına döndü Komutan.

"Ama şunu unutuyorsun Komutan, saraydaki binlerce masum cana bir şey yaparsa bu kadın, ne yapacaksın?" Teğmen Min'in iğneleyici ses tonu omuzlarının çökmesine neden olsa da boğazını temizleyip, "Öldürürüm o zaman, buna kalkışamadan ölür gider. Tasa etme." dedi, ve ardından dizginlerini atına vurarak hızlandı.

Vene uyandığı anda böyle bir şeye kalkışsa, acımadan öldürürdü onu. Yaptığı belki saçmalıktı, tehlikeliydi fakat her şey bu ülkenin düzeni içindi. Kendi meselesi değildi bu topraklar, ama kalbine konan bir avuç memleket kokusu bu meseleyi büyütüyordu içinde.

Yediği rüzgardan dağılan düz saçları gözüne ulaşsa da, gözleri önünde beliren Prensin güzel yüzüyle, rahat bir nefes doldurdu ciğerlerine. Huzur yatıyordu şimdi yüreğine, Prensi bir kere düşünmek yetiyordu huzurlu hissetmek için. Uyuyor olduğunu anımsadı en son, papatya tarlalarının sahibi çehresi gözlerine dolduğunda dudağı havalandı. Güzeldi Prens.

Fazla güzeldi.

Ve güzele kavuşmak için ardında bıraktığı eski kalbinin kötülüğünü ve askerlerini beklemeden, hızlıca saraya yol aldı.

*

"Nasıl hissediyorsun bakalım Küçük Bey?" Prens ardından gelen sese gülümseyerek döndüğünde, odasına kıyafetlerle giren terziye selam verdi. Bu kadının samimiliğini seviyordu, ve kafaları da uyuştuğundan saatlerce sohbet edip gülüştükleri bile olmuştu.

Önemli olan yaş değildi, her yaştan insanla konuşmuşluğu vardı Prensin ve her birinin olgun oluşu onun düşüncelerinin gelişmesinde de rol oynamıştı. İnsanlarla muhabbet etmek, zaman geçirmek Prensin en sevdiği aktivitelerdendi.

Dildâde [TaeKook]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin