Bölüm On Dokuz

2K 266 65
                                    

Saat 3'e gelirken o kadar sabırsızdım ki. Birkaç kere komşuların birinden telefon alıp hala numarasının yazılı olduğu kağıtla Tuna'yı aramayı düşündüm. Birkaç kere de anahtarın onda olmasının rahatlığıyla çıkıp gitmeyi. İkisi de fevri ve muhtemelen elime hiçbir şey geçirmeyecek seçeneklerdi. Koltukta dizlerimi kendime çekmiş, televizyonun yalnızca görüntüsünün olduğu salonda saatlerce oturdum. Oturdum, düşündüm, düşündüm ve düşündüm. Elimde tuttuğum, gözlerimi ayıramadığım fotoğrafa bakarken o kadar uzun süre düşündüm ki anılar saklandıkları belleğimin kıvrımları arasından çıkmaya, netlik kazanmaya başladı.

Arkalarına aldıkları denizin önünde üç kişilerdi. Orta yaşlı bir adam ve kadın yüzlerinde mutluluklarının yansıması gülümsemeleriyle kadraja bakıyorlardı. Ortalarına alıp, kollarını attıkları çocuğun kısılan gözleri ve parlak gülümsemesiyle onu herhangi bir yerde görüp tanımamamın imkânı yoktu. Fotoğraf istemsizce beni gülümsetirken bir yandan da buruk hissettim.

Duyamadığım ayak seslerinin ardından kapı öyle beklenmedik bir anda açıldı ki yerimde sıçradım. Hemen ayağa kalkıp resmi aldığım televizyon ünitesinin önüne, aynı şekilde geri bıraktım.

Bastırdığım heyecanımla bana hiç yakışmayacak kadar hareketliydim. Kapıya doğru bir hamle yapmamla Tuna çelik kapıyı bütün apartmanda yankılanacak sertlikle kapattı. Suratım düşerken onda hiç görmediğim bir ifadesi vardı. Ceketini üzerinden çıkarırken istemeye istemeye başını kaldırıp bana baktı.

''Özür dilerim, hemen gelemedim.''

Sesi öfkenin her tınısını barındırıyordu. Kaşlarım çatıldı ve yavaşladım. ''Ne oldu? Doğum günü sürprizi pek iyi geçmedi sanırım.''

Öfkeyle bir gülüş çıktı dudakları arasından. ''Bana sürpriz oldu daha ziyade.''

Salona girerken elini saçlarına geçirdiğini ve sıkıntıyla karıştırdığını gördüm. Olduğum yerden biraz uzaklaşıp ona doğru birkaç adım attım.

''Ne oldu cidden?''

Koltuğa otururken anlatmayı beklemiyordu belki de istemiyordu ama içinde tutamayacak kadar öfkeliydi.

''Haberim olmadan neler oluyormuş biliyor musun? Kendimi tam bir aptal gibi hissediyorum amına koyayım!''

Söylediği şeyin farkına vardığı an duraksadı. ''Özür dilerim.''

''Sorun yok.'' dedim kafamı sallarken. ''Neler oluyormuş?''

''Kahvaltıdan sonra Edaların evine geçtik, tamam mı? Odasındayken çekmecelerden birinde öyle bir şey gördüm ki ne yapacağımı bilemedim.''

Cümlenin devamında ne geleceğini tahmin edebiliyor olduğumu bilseydi ne hissedeceğini düşündükçe kendimi kötü hissettim. Yerimde huzursuzca kıpırdandım.

''Ne- Ne gördün?''

Elleri havada bir şeyler anlatmaya çalışırken kekeledi, doğru kelimeleri seçemedi. Boğazındaki damarlar belirginleşti, gözleri öfkeden geriye kalan hayal kırıklığıyla doldu. ''Benim eşyalarım. Maya, benim özel eşyalarım. Onun alamayacağı yerlerdeki, benim eşyalarım.''

Kafasını kaldırıp bana baktığında yüzümde görmeyi beklediği ifadeyi yapmaya çalıştım. Neyse ki zaten çoğunlukla ifadesiz olan yüzümle oynamak zor olmamıştı.

''Şok oldum, ne desem ne yapsam bilemedim. Eda'ya sorduğumda kekelemelerden, yarım cümlelerden başka bir şey alamadım. Furkan ise...''

Durdu. Tuttuğu nefesini bırakırken şakaklarını ovuşturdu. ''Bunda hiçbir sorun yokmuş gibi laubali, gevşek ve... Rahattı.''

MAVİ AY (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin