Sakin bir gündü. Gökyüzü gri demir perdelerle örtülmüştü yine. Yağmur damlaları usulca süzülüyordu kasvetli gökyüzünden. Onları rahatsız edecek herhangi bir esinti de olmadığından özgürce düşüyorlardı taş kaldırımların üzerine.
Glascow'un iç kesimlerindeki küçük bir kafeteryanın içinde karşılıklı oturup çaylarını yudumluyorlardı McCourt ve McGregor. Teğmen'in bakışları, buğulanmış camdaki küçük su damlacıklarına takıldı bir süre. Sonrasında McGregor'un sorusuyla yeniden O'na çevrildiler:
-"İrlanda nasıldı dostum. Ziyaret edebildiniz mi akrabalarınızı?"
-"Evet. Düşündüğümden çok daha güzeldi." Diyerek kısa ve öz cevap verdi Teğmen.
-"İşte sizin için hazırladığım dökümanlar bu belleğin içinde." Diyerek Teğmen'e bir flashdisk uzattı McGregor.
-"Umarım bu belgeler işinizi görür. Örgütün tüm kadrosu ve kişisel bilgileri. Bir numara yani Sezar dahil. Tüm hain planları ve bağlantıları. Hepsi bunun içinde dostum. Beni bir daha görmeyeceksiniz çünkü yok olmam gerekiyor. Aksi takdirde çok kısa bir süre içinde beni bulur ve öldürürler. Bu bilgilerle siz de oldukça büyük bir tehlike altında olacaksınız. Kendinize dikkat edin. ABD senatosuna yakın tek dostumuz ve müttefiğimiz olan bir zata sizinle ilgili bilgi verdim. Washington'a döndüğünüzde sizinle iletişime geçecektir. Güvenlik nedeniyle size şu an O'nun kimliğini söyleyemiyorum. Roma'ya karşı son savaşı başlatın dostum ve Sezar'ı yeninceye kadar da durmayın. Tanrı yardımcınız olsun." Sözlerini tamamlayan McGregor masadan kalktı ve başıyla Teğmeni selamladıktan sonra kapıdan çıkarak Glascow'un arka sokaklarında gözden kayboldu.
Yeniden bakışlarını buğulu cama çeviren Teğmen düşüncelere daldı. Tek başına dev bir ordunun karşısına çıkacaktı. Kendilerini Roma imparatorluğu zanneden ve Dünya'yı zorbalıkla ele geçirebileceklerini düşünen bir avuç zavallı elitten başka bir şey olmadıkları gerçeğini aklına getirince biraz da olsa rahatladı Teğmen. Tanrı'nın bu savaşta O'nu asla yalnız bırakmayacağını çok iyi biliyordu. Çok fazla kiliseye gitmez ve İncil okumazdı ama yine de inançlı bir Katolik gelenekte yetişmişti Teğmen McCourt. Masanın üzerine birkaç Pound bırakarak yerinden kalktı ve dışarıya çıkarak sakin yağan yağmurun altında biraz yürüyüş yaptı. Bu O'na kendisini daha iyi hissettirmişti şimdi. Britanya'dan ayrılırken burada bir parçasını bıraktığının farkında değildi belki. O'nu hep bu topraklara çağıracak ve bir daha asla rahat bırakmayacak bir parçasını.
Washington'a indiğinde Britanya'nın aksine güneşli bir gün karşıladı O'nu; İnsanın içini yeni umutlarla dolduran bir Washington sabahında. Teğmen McCourt ilk olarak hastanede hızla iyileşmekte olan şefi Ed Kowalski'yi ziyarete gitti. Eşi Samantha odanın dışında Teğmen'i karşıladı. Bu defa yüzünde hüzünlü bir ifade yerine tebessüm vardı. Adeta göz bebeklerinin içi parıldıyordu.
-"Kendine geldiğinde ilk sorduğu insanlardan biri sen oldun." Dedi Teğmene.
-"O'nun iyileştiğini duymak bana büyük bir mutluluk verdi." Dedi Teğmen ve ekledi.
-"Şimdi O'nu görebilir miyim?"
-"Evet ama oldukça kısa bir süreliğine. Doktorlar fazlasına müsaade etmiyorlar." Dedi Samantha. Tatlı bir baş hareketiyle onayladı Teğmen ve hemen ardından Kowalski'nin odasına girdi. Oldukça yorgun ve bitkin görünen Kowalski Teğmen'i görünce heyecanlandı ve yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.
-"Başardın dostum. Hepimizi kurtardın." Dedi Kowalski. Sesi güçlükle çıkıyordu.
-"Senin yardımın olmasa asla başaramazdım." Dedi teğmen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Geçmişin İzinde
Science FictionÖnce gök kubbe öldü yavaş yavaş. Sonra buzul dağları birer birer eridiler. Nesilleri tükendi vahşi hayvanların. Korkunç depremlerle sarsıldı yerküre. Karanlık günler çöktü muhteşem şehirlerin üstüne. Gece ve gündüz birbirine karıştı. Çareler aradık...