15. Bölüm

3.6K 157 54
                                    

Keyifli okumalar dilerim! :)

Bir insanın gözünü büsbütün bir şekilde hırs bürüyebilir miydi?

Hayatım boyunca inatçı olmuştum, ancak hiç hırslı olmamıştım. Olmak da istememiştim. Hırs, yerine göre iyiydi evet, ancak riskliydi. Gözünü hırs bürürse, seni kimse tutamaz. Gözün hiçbir şeyi görmez.

Bir katil düşünelim. İntikam isteyen bir katil. Gözleri sadece intikam ateşiyle alevlenen bir katil. Bu katili kim vazgeçirebilir?

İnattan daha büyük ve tehlikleli bir duyguydu, hırs. Asla vazgeçilmeyecek, kendini yiyip bitirmene sebep olacak bir duyguydu, hırs.

Benim yaptığım neydi?

Hırs, inatçılık.

Zayıflamak için çabaladığım bu azmimde beni neler bekliyordu?

Gün sayıyordum. Birkaç ay sonra yepyeni bir Eylül olarak okul kapısından içeri adımımı attığım zaman, yüzlerinde ki ifadeyi aklıma kazıyacaktım. Zamanında bana alayla bakan gözlerde, şaşkınlık, kıskançlık ile bakan bakışları görecektim. Zaten şunun sırasında bir buçuk ay kalmıştı okulların kapanmasına. Sonra üç ay tatili gelecekti. Planlarım tıkır tıkır işlerse, Eylül ayında yepyeni bir Eylül olarak geri dönecektim.

Her ne kadar içim çürüsede, hesap soracaktım. Bu zamana kadar alayla bakan gözlerden içim çürümüştü artık. Her gün eve gelip, ağlıyordum. Hâlâ öyle...

Ruhum defalarca kez darbe almış, sonunda pes etmişti. Ancak ölmüyordum. Sürünüyordum. Belkide ölsem, her şey daha kolay olabilirdi. Ancak fiziksel olarak acı hissetmiyordum. En çok eleştri alan kısmım fiziğimdi, evet. Ancak ruhum daha beter bir hâldeydi.

Arabadan indiğimde yüzüme vuran soğuk hava, zaten kaskatı olan bedenimi iyice kaskatı yaptı. Gelmek, benim seçimim değildi. Ancak gelmiştim. Zaten boğazda kahvaltı çok pahalı olduğu için, az geliyorduk.

Kalın bacaklarımla, ailem ile beraber kahvaltı bahçesine doğru yürüdüm.

Bahçede ki sandalyelerde yerimizi alırken, etrafı süzdüm. Çoğunlukla kahverengi-beyazın ağır bastığı, ferah bir yerdi. Denizinin dalgaları, çığlık çığlığaydı. Boğaz köprüsünü görebildiğimiz mükemmel bir ortam sunuyordu bize.

Koca, yuvarlak masanın balkon kenarına ilk önce annem ve babam geçti. Hâlbuki bende oturmak isterdim, orada. Ancak annem ve babam varken bir şey diyemezdim.

Babam, bakışlarımı fark etmiş olacak ki, bana bakıp," Geç," dedi. Bu hareketine bariz bir şekilde şaşırmıştım. Benimle asla konuşmaz zannediyordum, ancak on yedi günden sonra, buzlar erimeye başlamıştı. Evet, on yedi gündür, okulla ilişkimi kesmiştim. Ancak yarın başlıyordu işte.

Hiçbir tepki vermeden balkon tarafa oturdum. Denizin dalga seslerini daha net duyabiliyordum artık. Kokusu buram buram burun deliklerime sızdı. Deniz kokusunu nedense çok severdim, beni sarhoşlaştırırdı.

Ben daha çok denize girmeyi isteyen taraf değil de, uzaktan seyretmek isteyenlerdendim. Buram buram kokusunu içime çekip, gözlerini kapatan taraflardandım.

Oysa ki Yeşim öyle değildi. Yeşim ' Denizse bu, gireceksin abi.' Mantığındaydı.

Yeşim gibi biri olmak çok isterdim doğrusu. Çok...fazla umursamazdı. Babasıyla hep kavga ederdi, ama kafaya takmazdı. Benimle tartışırdı, kafaya takmazdı. Hiçbir şeyi kafaya takmazdı.

Bana bir keresinde şöyle demişti," Hiçbir sorunu kafaya takmama nedenim, canımı çok sevdiğimden. Beni, benden başka kimse üzemez. Yeşim Dinçöz, sorunları kafaya takmaz, sorunlar onu kafaya takar." Demişti. Bende ona sorar bir şekilde," Sorunlar?" Dediğimdeyse, ellerini tırnak işareti yapıp," Mesela başta babam." Demişti.

BULİMİA ÇAĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin