In this shirt - The Irrepressibles
Jisung, gece yarısı su içmek için uykusundan uyanırken Minho'nun kolunu tutup yavaşça yatağa bırakıp doğrulmuş ve kenardaki tişörtünü üzerine geçirdikten sonra ayaklanmıştı.
Esneyerek odasından çıktıktan sonra çıplak ayakları ile aşağı inip mutfağa geçti. Uyanmasının özel bir nedeni yoktu sadece beliren su hissi onu buraya getirmişti. Sessiz evde suyunu içerken kafasını çevirip bahçeye baktı. Birkaç saat önce üçü burada oturmuş, kahkahalar atarak eğleniyorlardı.
Kendi kendine o anı düşünmek yüzünde bir tebessüm oluşmasını sağlarken bitirdiği bardağı makineye yerleştirmiş sonra da yavaşça üst kata doğru adımlamaya başlamıştı.
Fakat Innie'nin odasının önünden geçerken duyduğu hıçkırık sesi onu duraksattı.
Anında yüreğinde beliren endişe ile odaya girdiğinde bu baskını beklemeyen Innie korku ile oraya dönmüş gözyaşlarını silerek "Baba?" demişti.
Baba kelimesi Jisung için çok özeldi. Tarifi yoktu, her duyduğunda ne kadar güzel hissedebilirse o kadar çok güzel hissediyordu fakat bazen Innie'nin kullandığı bir ses tonu vardı, o ses tonu işte güzel hissettirmek yerine üzüyordu.
"Bebeğim," diyerek yanına vararken yatakta oturmuş, bacaklarını kendine çekmiş Innie yana kayarak ona yer açmıştı. Ağlamayı sevmiyordu, özellikle ağlarken birilerinin görmesini hiç sevmiyordu.
Kirpiklerini hızla kurularken "Film izliyordum," dedi bahane ile. "Üzücüydü."
Jisung iç çekerek elini onun saçlarına attı. "Bebeğim, yalan söylediğini anlıyorum biliyorsun değil mi?"
Oğlunu tanıyordu, konuşurken kullandığı o ses tonlarından bile neler hissettiğini çıkarabilirdi bu yüzden film yüzünden ağlamadığı ona göre apaçık bir şekilde ortadaydı.
Innie yakalanması ile beraber titremeye başlayan alt dudağını ısırırken Jisung ona baktı. "Hani bir şeyler saklamak yoktu? Hani gizli gizli ağlamak yoktu? Sen burada ağlarken ben şimdi nasıl odamda rahatça uyuyabilirim?
Örtüyü kaldırıp içine girdi ve kolunu Innie'nin omuzuna atarak onu göğsüne doğru çekti. "Sen benim canımsın, söyle bakalım, seni gecenin bu saatinde böyle ağlatan şey ne?" Güldü. "Burna bak, kızarmış. Tatlışım benim."
Innie ağlayınca moraran tiplerdendi, bu yüzden ağladı mı hemen alnı ve burnu kızarır hatta neredeyse morarırdı. Burnunu sıkan babası ile "Ya!" diye çekilirken burnunu çekti. "Akacak şimdi, pis misin?"
"Sanki daha kötü şeylere şahit oldum, sus be. Babaya karşı mı gelinirmiş, on sekiz yaşında demem alırım seni ayağımın altına." Saçlarını karıştırdı. "Söyle bakalım, ne üzdü seni bu kadar."
Bunu sormasıyla beraber Innie'nin aklı daha demin yaşadığı şeye giderken "Sinirden ağlıyorum," diye açıkladı kendini. "Çünkü sinirliyim tamam biraz da kırgınım ama sinirim daha ağır basıyor. Şu sınavı kimse anlamıyor, ben mi çok kafaya takıyorum bilmiyorum ama kimse benimle empati yapmıyor."
Empati yapmak herkesin işi değildi, Jisung'un kaşları çatılırken Innie burnunu çekti. "Yejoon ile kavga ettik."
"Ne?"
"Aradım onu, uyumadığını biliyordum. Hani kafamı dağıtır belki dedim çünkü ders çalışmak beni gerçekten çok bunaltmıştı ama kızdı bana, hayatımı sınav yapmışım diye. Ya biliyorum beni düşünüyor ama aynı şey değil tamam mı, o anaokulu öğretmeni olmak istiyor ben doktor olmak istiyorum."