(Selin Aksaç)
Kahvem bittiğinde kalkıp eve döndüm. Selin uyanmıştı. Kapının tam karşısındaki merdivenlerden yukarı çıkıyordu. Beni görünce şaşırdı. Ardından mutfağa döndü. Aslında hem mutfak hem de salon olan yere.
Kendine kahve yaparken anahtarlarımı bıraktım ve gidip tekli koltuğa yan olarak oturdum. Arkası bana dönükken konuştu.
"Sana da kahve yapıyorum." ona bakarken konuştum.
"Ben içtim." bana dönüp gözlerini dikti.
"Nerde ? Ne zaman ? Hem sen nerden geliyorsun ? Pijamalarınla dışarı çıkmazsın sen ?" üzerimdeki pijama takımına baktım. Üstü kırmızı kalın askılı süngerbob baskılı ve altı pembe bir şort olup süngerbobla doluydu.
"Savaş geldi. Kahve içmeyi teklif etti. Bende olur dedim." kaşlarını çattı.
"Savaş kim ?" bu sefer ben kaşlarımı çattım. Bana kendini açıklamıştı. Ruhumu titretmişti. Ve en yakın arkadaşım ondan hoşlanıyordu.
"Barış. Yani Savaş. Adı Barış değilmiş. Savaşmış." kahvesini alıp geldi. Karşımdaki tekli koltuğa oturup kahvesini sehpaya bıraktı.
"Nasıl yani ?" sorusuyla derin bir nefes aldım.
"İkizi varmış Barış. Aynı bölümdelermiş. O nakil aldırmış buraya. Sonra da, yolda gelirken Barış ölmüş. Herkes onu Barış zannediyormuş. 'Ben Barış gibi herkesle konuşan biri değilim. O yüzden benim Savaş olduğumu bilmiyorlar.' falan dedi." suratı düştü.
"Yaa üzüldüm şimdi. Nasıl ölmüş ?" bir an durdum.
"Bilmiyorum. Onu söylemedi." başını salladı. Kahvesini içerken ikimizde sessizdik. Kahvesi bittiğinde hazırlanıp çıktık.
Önce kafeye gidip kart oynadık. Sonra Hande uyanıp geldi. Yemek yedik ve ardından da Hande işe gitti. Çok çalışıyor ve de çok yoruluyordu. Üniversite okuyan her öğrenci gibi bizde parasızdık. En azından karnımız doyuyordu.
"Ne yapalım ?" omuz silkti.
"Balatçıkta ne yapabiliriz ? Eve gidelim." başımı salladım. Sonra eve doğru ilerlemeye başladık.
Apartmana girdiğimizde gözüme ilk çarpan şey Savaş'ın evinin önünde duran renklerle bezenmiş ayakkabılıktı.
Onun ayakkabısı dışında tek bir ayakkabı bile yoktu. Ayakkabısını en alta koymuştu. İlerleyip kapıyı açtığım anda kapısı açıldı. Bize baktı. Sonra bana gülümsedi.
Tam da o an, aylardır İzmire uğramayan yaz geldi diye düşünürken, aslında gelmediğini, onun gülümsemesinin yazı getirdiğini düşündüm.
Ona gülümsediğim sırada gözüm Selin'e takıldı. O da gülümsüyordu. Sonra Seline baktı ve zoraki bir gülümseme sundu. Eve girdiğimizde Selin bana baktı.
"Çok güzel gülüyor. Bana ayrıca gülümsedi. Acaba kahve içmeye mi çağırsak ? Aslında erkek ya bu, yemeğe çağıralım. Dur ben hemen markete gidip alışveriş yapayım. Dönüşte de ona uğrar yemeğe çağırırım. Biz yemekleri hazırlayana kadar gelir."
Onun gözlerinin içi parlayarak kurduğu bu cümle kalbimde ufak bir sızıya neden oldu. Arkadaşım bu kadar mutluyken aynı çocuktan hoşlanmam hiç doğru değildi.
Cevabımı beklemeden geri çıktığında kendimi her zamanki tekli koltuğuma attım. Yan bir biçimde otururken çantamı yere koydum.
Başımı arkaya atıp derin bir nefes aldım. Bu duygularımı rafa kaldırmalı ve bir daha asla onlara bakmamalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Agnosia(Hissiz)
Teen FictionBirbiri için yaratılmış iki insan, aynı gökyüzüne bakıp, aynı hayatı paylaşırken nasıl birbirine yabancı olabilirdi... Yapbozdaki bir kaç parça başka bir yapboza aitti biz ise parçaları inatla kendi yapbozumuza takmayı denedik... ©Tüm Hakları Ağlayı...