Elimdeki kaseyi çevirip kaşığı iyice dibine batırdım. Bu yediğim ikinci tatlıydı. Karnım ağrımıştı ancak çaktırmamakta ısrarcıydım. Tabii ki bunun yolu tüm tatlıyı bitirmekten geçiyordu. Sonuna dek tamamını.
"Bitti." diyip bıraktım. Kocaman bir gülümseme ile baktım Savaş'a. Gözleri bir süre kahkahalarla, gülüşüme eşlik etti. Ardından elini kaldırıp garsonu çağırdı. Tam bir tatlı daha isteyeceği sırada hesabı istedim. Garson uzaklaşırken tek kaşını kaldırdı.
"Sorun ne ? Tatlıyı beğenmedin mi diyeceğim, silip süpürdün ?" sorusuna omuz silktim.
"Hiç. Bir sorun yok. Artık kalkmamız gerek. Kahvaltımızı yaptık. Tatlımı yedim. Gidelim." kaşlarını çattı. Cevabım tatmin etmemiş olmalıydı. "Hem soğuk." dediğimde gözlerini sorgularcasına kıstı. Garsonun hesabı getirmesi kurtarıcım oldu.
Hesaba bakıp kendi payımı cüzdanımdan çıkardığım sırada pos cihazının sesini duydum. Temassız ödeme ile tüm hesabı ödemişti. Kalktığımızda ona kızarak baktım.
"Neden benim payımı da ödedin ?" arabanın kapılarını açıp bana baktı.
"Saçmalama. Benim payım dediğin Serpme kahvaltının yarısı yani 50₺ onu da ödetecek değilim." kendi tarafına bindiğinde bende bindim. Kemerimi takıp ona baktım.
"Yanılıyorsun. Tatlılarda var. Asıl benim sana ödetmemem gerekirdi." arabayı çalıştırdı. Bana ufak bir bakış atıp gaza bastı.
"Tatlı sözüm vardı. Yani senin ödemen gereken bir şey yok. İlla karşılığını vermek istersen bir yolunu buluruz." kaşlarımı çattım. Yolu izlemeye dönmeden önce sordum.
"Neymiş o yol ?" hınzırca güldü. Gözlerinde şeytani bir ifade gördüğüme yemin edebilirim ancak kanıtlayamam. Bana cevap vermeyip arabayı sürmeye devam etti. Apartmana geldiğimizde poşetleri taşımasına yardım ettim. Kapıyı açtığı sırada dikkatimi ayakkabılık çekti.
Ayakkabılığın en üstünde bir çift kadın botu duruyordu. O her zaman ayakkabısını en alta koyardı. Kapıyı açtığı sırada ayakkabılarımı çıkardım. Biz içeri girdiğimiz esnada bir kız gülümseyerek koridorda belirdi.
"Hoşgeldin-iz." beni sonradan fark etmişti. Pek memnun görünmüyordu. Bu İlk gece ışığın altındayken Savaşın buluştuğu kızdı.
"Ben şu ödev için boyaları almaya gelmiştim. Ancak bulamadım Savaş." yüzümde hatta gözlerimde bir şaşkınlık görmeyi bekledi. Savaş bana döndü.
"Elindekileri gelişi güzel koyabilirsin." cümlesiyle olduğum yere koydum ve ikisinin arasından geçip tekli koltuğa her zamanki gibi oturup başımı sarkıttım. Buklelerimin parkeye değdiğine emindim. Ama Savaşı ters görmek hoşuma gidiyordu.
"Hangi boyalardı ?" diyip yürüdü. Etrafa saçılmış boya kutularını karıştırmaya başladı.
"Fuşya, Okyanus mavisi, bebek mavisi ve Eflatun. Akrilik." kızın konuşmasıyla üç şişeyi bulup kıza uzattı.
"Fuşya poşetlerden birinde olmalı. Biraz bekleticem." diyip poşetlere yürüdü. Hangi poşette olduğunu elbette biliyordum. Ama söylemicem. Arasın dursun. Nah bulur.
"Çantaya attığın küçük poşette." dememle yöneldiği büyük poşetlerden uzaklaşıp çıkardığı çantasına doğru yürüdü. Evet bulmasına yardım etmem zordu. Ama bu kızın daha fazla burada durmasını istemediğime karar verdim.
"İşin bitince getirirsin acelesi yok." kız teşekkür edip çıktı. Bununla beraber Savaş poşetlerdekileri yerleştirirken bende hızla doğruldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Agnosia(Hissiz)
Teen FictionBirbiri için yaratılmış iki insan, aynı gökyüzüne bakıp, aynı hayatı paylaşırken nasıl birbirine yabancı olabilirdi... Yapbozdaki bir kaç parça başka bir yapboza aitti biz ise parçaları inatla kendi yapbozumuza takmayı denedik... ©Tüm Hakları Ağlayı...