Ders denen şeyden nefret ediyordum. Derin bir nefes alıp kollarımı öne doğru uzattım ve başımı da kollarımın üzerine koydum. Sol tarafımdaki duvarı incelerken hocanın sesi ninni gibi geliyordu. Esnediğim sırada ara verdiğini söyledi. Havalara uçmak üzereydim.
Sigaramı alıp adeta koşarak bahçeye çıktım. İşte orada, bahçedeki tek söğüt ağacının orada oturuyordu. Hızla ona doğru ilerledim. Yanına geldiğimde uyuduğunu fark ettim.
Sırıtıp onu izlemeye başladım. Acayip tatlıydı. Sonra başını kaldırıp gözlerini açtı. Esneyip tebessüm etti. Yanına oturdum. Birer dal sigara yaktık.
"Güneş ve sıcak." dedi. Güldüm. Sessizlik içinde sigaramızı bitirdik. Sonra ayağa kalktım. Bileğimi tuttu. Ona baktım. Sırıttı.
"Evreka!" şaşırdım. Aksanlı bir biçimde bağırmıştı.
"Neyi buldun ?" omuz silkti. Biraz ısrar ettim.
"Benimle Sahilde Kahve İçersen Görebilirsin." dedi. Kabul ettim. Ardından sınıfa doğru koştum. Oturduğu yerden beni izlediğini biliyordum. Kapıyı açtıktan sonra omzumun üstünden ona baktım. Gülümsemesiyle gülümsedim.
Sırama oturup sigaramı çantama attım. Profesör slaytını açtığı sırada kapı tıklatıldı. İçeri Savaş girdi. Eli her zamanki gibi rengarenkti. Profesöre doğru döndü. Minik bir baş selamının ardından ona doğru yürüdü.
Kürsüye bir kağıt koyup kulağına bir şeyler fısıldadı. Kadın kağıda baktı. Sonra başını kaldırıp gözlerini gözlerime kenetledi. Yutkunmamla Savaşa döndü.
Başını aşağı yukarı sallamasıyla Savaş elini kaldırıp bana gel işareti yaptıktan sonra çıktı. Çantamı alıp sessizce çıktım.
"Görsel sanatlar profesörünü seviyorum." dedi. Kim bilir ne demişti de dersten çıkarmıştı beni.
"Sahilde kahve içelim mi ?" sorusuna güldüm. Okuldan çıkıp bostanlı sahile gitmeye karar verdik. Kahvemizi alıp denize dönük bir biçimde oturduk. Azıcık uzansam elimi suya daldırabilirdim.
Sohbet edip güldüğümüzde gözleri gülüşüme takılıyordu. Bense onun bakışlarına hayran oluyordum. Sonunda kahvemiz bittiğinde birlikte eve yürümeye başladık.
"Kahveleri içtiğimize göre bulduğun şeyi görebilirim artık." dediğimde tramvaya bindik.
"Yarın göreceksin." dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Ama söz vermiştin." dediğimde başını eğip güldü.
"Evet söz verdim. Ama bulduğum şeyi görmen için önce çizmem gerek." omuzlarım düştüğünde tramvaydan indik ve sessizce İzbana yürüdük. Apartmana gelene dek sessizliğimiz konuştu.
"Yarın ki serginin konusu Hisler. Ve ben hissizliğimi yok eden bir şey çizeceğim." evine girdiğinde düşüncelerimle beraber bende evime girdim. Odama geçip uykuya daldım.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandığımda huysuzluğum her zamanki gibi üstümdeydi.
Kalkıp kahvemi yaptım. Kahvemi içtikten sonra hazırlandım ve çıktım. Sınıftan bir arkadaşımla sergiye gittik. Gerçekten güzel çizimler vardı. Çoğu soyuttu. Bir tablonun önünde durduk.
Tabloda Arka fon olarak gün batımının renkleri vardı. Hatta resmen gün batımı çizilmişti. Ve sadece, köprücük kemikleri ile dudaklarının gülüşü çizilen bir insan. Bundan başka bir şey yoktu. Ne daha aşığısı ne daha yukarısı.
"Tablonun arkasına geçip gülüşü tamamlasana ?" arkadaşımın cümlesiyle omuz silkip geçtim. Biraz eğildim ve gülüşü tamamladım. Arkadaşım fotoğrafımı çekince nasıl olduğuna bakmak için yanına gittim.
Bu resmen bendim. Yani bir başkasının gülüşünü tamamlamışım gibi değildi. Bu benim gülüşümdü. Tabloya tekrar baktım. Çerçevenin köşesine çizen kişinin adını yazmışlardı. Gidip baktım.
Savaş, benim gülüşümü çizmişti. Bu benim gülümsememdi. Onun hissizliğini yok eden benim gülüşüm yani ben miydim ?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Agnosia(Hissiz)
Teen FictionBirbiri için yaratılmış iki insan, aynı gökyüzüne bakıp, aynı hayatı paylaşırken nasıl birbirine yabancı olabilirdi... Yapbozdaki bir kaç parça başka bir yapboza aitti biz ise parçaları inatla kendi yapbozumuza takmayı denedik... ©Tüm Hakları Ağlayı...