19.Bölüm"Tahrik"

240 20 1
                                    

’Çok üzgünüüüğğğğm’ bölümü. Evet üzgünüm. Çünkü geç kaldı. Çok geç kaldı.
Niye geç kaldığğ? Çünkü yazacak teknolojik alet yoktu. Doğruyu söylemek gerekirse vardı ama hep yazmak için bir engel çıktı. Ama şuan MÖTHİŞ (Gülcüğüme selam) bir bölümle karşınızdayıııım. İnş beğenirsiniz. Amin.  <3

Ne diyebilirdim? Veya soru şöyle olmalıydı. Ne saçmalayabilirdim. Espri yapmayı seven bir insan olarak –veya espri denince en son akla gelen bir insan olarak- ‘saç malanmaz, taranır.’ Demek isterdim. Ama konu ciddi işte. Yapamıyorum ki.

Verecek mantıklı(!) bir cevabım olmadığından mıdır nedir, sanki boğazımda bir yumru vardı ve konuşmamı engelliyordu. Onun delici değil, organlarımı sökücü bakışları üzerimdeyken nefes almak bile mümkün değildi ki…
         
Kafam o kadar gitmiş olacak ki, bir ara bayılma numarası yapmayı düşündüm. Tabi hemen bu saçma fikirden vazgeçtim. Allah aşkına! Hayatımda kaç defa bayılmıştım? Kaç defa bayılma taklidi yapmıştım? Ben kesin yere düşerken kafamı bir yere vurur ve kafamı tutarak ağlamaya başlardım. Veya belim başım acımasın diye ilk önce yere oturur, sonra yatardım. Kısacası benim bayılma planı yaş.
         
‘’Zeynep. Soruma cevap vermen için daha ne kadar beklemem gerekiyor?’’ bir adam nasıl bu kadar ciddi olabiliyordu? Sinirli gözükebiliyordu? Veya dişlerini bu denlice sıkabiliyordu? Anneme sinirlendiğimde dişlerimi sıkardım ve 2 gün diş ağrısından uyuyamazdım. Bunun dişleri neydi böyle? Çelikten mi?
         
‘’Şey, ben…Yani şey..Ben odana girdim yanlışlıkla…Ve..’’ en nefret ettiğim şey. Sözümün kesilmesi. Ama şuan buna şükrettim. Çünkü diyeceğim veya uyduracağım bir bahanem yoktu aklımda.

‘’Ve yanlışlıkla da spor ayakkabılarımı giydin(?)’’ 

Yutkundum. Hayır, yanlışlıkla değil. Kaçmak için. Rahat bir şey ile kaçmak için .
Gözlerim acıyordu. Hani bütün gün karanlık bir odada durursun ve ardından güneşe çıkarsın ya. İşte gözlerim o anki yanmayla doldu. Tam olarak yanma değildi aslında... Bakamadım işte.
     
Başımı salladım. Bu ne anlama gelir veya bundan ne anlar bilmiyordum fakat başımı salladım. Korkulacak veya ‘duba’ gibi olduğu yerde kalacak bir durum yoktu. Mesela Cem’in parfümünü sıksam…. Hayır! Bu doğru bir örnek değildi. Çünkü ben Arda’nın parfümünü üzerime sıkmamıştım. Ben Arda’nın parfümünü sıkmamıştım ki. Sadece oynarken o sıkıldığı yerden üzerime biraz bulaşmıştı. Hepsi buydu. Hatta Arda’nın nasıl kokuyu aldığına şaşırmıştım. Maşallah burnu ‘fil burnu’ gibi. Normalde örnek olarak ‘köpek, fare..’falan derler ama kaçırılmadan önce internette okumuştum.
‘Japon bilim adamlarının son yaptığı araştırma, dünyanın en iyi koku alan canlılarının filler olduğunu ortaya çıkardı’ Başlığı altındaydı.  Herneyse, konumuz bilim deyıl.

Bir anlık karar ile arkamı dönüp hızla bulunduğum ortamdan, Arda’dan uzaklaştım. Merdivenlere doğru koşarak ilerledim. Mal gibi davranıyordum. Evet evet. Son 30 dakikadır mal gibi davranıyorum. Neden bilmiyorum. Belki evimi özledim. Belki annemi. Ailemi. Belki Kerem’i. Ne! Ne diyorum ben? Kerem mi?

Yine bir yerde okumuştum. ‘Birinin önce sesini, sonra gülüşünü, beraber yaşadıklarınızı, sevdiği yemeği, rengi unutursun. Sonra tuttuğu takımı, hediyelerini, seslenişlerini unutursun ve en sonunda onu unutursun ama burnunu sızlatan o kokusunu asla unutamazsın.'

         
Sesini bazen unutuyordum, belki zorlarsam hatırlardım. Gülüşü. Kendimi düşünürken buldum. Kerem’in gülüşünü. Yaşadıklarımız. Onları unutamazdım. Unutamıyordum. Ama kendimi her şeyini unutmak isterken buluyordum. Sanki onu değil, başka birini hatırlamak istermiş gibi. Sanki beynim bana ‘o değil, başka biri’ diye bağırıyordu.
    
‘’Nereye?’’ sesi sakindi. Sıkıldığımı ,bunaldığımı,canıma tak ettiğini düşünüyordu. Haklıydı. Canıma tak etmiş olabilirdi. Ama birini özlemiş olamazdım.

Kusursuz&KuralsızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin