10. HANCER

198 12 24
                                    

Oy vermeyi ve yorum yapmayi unutmayin, hepinize iyi okumalar <3

                                         🏕️

1 Eylül 2020

Günler birbirini kovalıyor ve her geçen saniye ömrümüzden alıyor. Zaman kavramanı yavaş yavaş kaybettiğimi hissediyorum ama ela gözlü adam tarih kavramını da sahiplenmiş gibi ayın kaçı olduğunu gayet iyi biliyor. Biz buraya geleli neredeyse iki ay olacak, onlar geleli ise iki yıl. Umutsuzluk oksijen gibi hepimizin içine doluyor.

Kavganın üzerinden kirli sular aktı. Kamp ikiye bölündü. Zaten iyi olmayan arkadaşlık ilişkilerimiz şimdi daha kötü bir durumda. Görevlerimiz gerektirmedikçe kimse birbiri ile konuşmuyor. Aynı çatı altında yaşayan düşmanlar gibiyiz. Kendimizi haklı gördüğümüz için karşı taraftan bir adım bekliyoruz. Fakat karşı taraf da aynı şekilde düşündüğü için paylaştığımız şey koca bir sessizlik ve kötü bakışlar. Oysa biz Uras ile bu meseleyi kendi aramızda hallettik ve kapattık. Ancak arkadaşlarım için anlaşılan konu pek kapanmış gibi değildi. Ben arayı düzeltmeye çalıştıkça onlar geri adım atıyorlar ve bir özür duyana kadar bunun böyle gideceğini söylüyorlar. Uras'ın benden özür dilediğini söyledim ama nafile. Emre kendi kulaklarıyla duymak istiyor.

Uras ise kimseye bir şey kanıtlamak zorunda değilim deyip benim arayı düzeltme önerimi geri çevirdi. Her ne kadar aralarımız kötü olsa da sessizce isteneli yapmaya devam ettiğimiz içi bu küslük durumu Uras'ın işine geliyor. Kimin gelmez ki?

Keşif ekibi boşa kürek çekmeye devam ediyor. Sahip olduğumuz tek ipucu yer altı mağarası. Orada da Uras ile kimseye söyleyemeyeceğimiz şeyler var. Belki çıkış kapımızı kendi ellerimizle kapatıyoruz ama şimdilik bunu yapmak zorundayız. Kısaca elde var sıfır.

Ormanda havalar soğudu. Asla tam anlamıyla aydınlanmayan gri gökyüzü artık bir ton daha karanlık. Sabahları üzerime düşen güneş hala yerinde...

Sorumluluklarımız arttı. Kışa hazırlık için eskisinden çok çalışmamız gerekiyor. Yiyecek ve yakacak depolamak için çok derine olmayacak şekilde Uras kızlarla ormana girmemize izin vermişti. Ama tabi ki başımızda bekleyerek.

Olayın ardından kampta ilgi çekici başka bir şey yaşanmadı. Kendimizi bir monotona kaptırmış gidiyorduk. Bu durumdan şikayetçi olmalı mıydım bilmiyorum. Canımızın tehlikede olmasından iyiydi en azından. Yine de kapana kısılmışlık hissi korkunç bir baş ağrısı yaratıyordu.

Korkunç bir baş ağrısından daha kötü olan şey ise Ateş'e verdiğim açık çekti. Hala benden ne istediğini söylememişti ve her geçen gün içimde daha büyük sıkıntılar hissetmeme neden oluyordu.

Anlayamadığım bir şekilde gün içerisinde Güneş'in kötü bakışlarına çok fazla maruz kalıyordum. Ayrıca sanki kendisi mutfak grubunu yöneten kişiymiş gibi herkese emirler yağdırıyordu. En çok ve ağır işleri kime verdiğini tahmin etmek güç değildir sanırım.

''Neva! İçeri gir artık, donacaksın.''

Su'nun sesi ile düşüncelerden sıyrılarak kafamı çadırından bana seslenen arkadaşıma çevirdim.

''Tamam, birazdan gireceğim.''

Bu sıralar arkadaşlarıma fazla yalan söylemeye başlamıştım.  Gerçi buna tam olarak yalan denir miydi ondan emin değildim. Bence bir şeyleri saklamak yalan sayılmamalıydı. Sonuçta ben gerçeği değiştirmiyordum, sadece onu hiç söylemiyordum.

Ama birazdan gireceğim derken yalan söylüyordum. Çünkü birazdan çadırıma gitmek yerine Uras'ın kamarasına gidecektim. Mağarada gördüğümüz şeyleri belki arkadaşlarımıza söylemeyi reddetmiştik ama bu gördüğümüz şeylerin hala orada olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Olaylardan sonra bir hafta kadar kendimize toparlanmak için süre vermiştik ve artık daha fazla bu konu hakkında susmaya devam edemezdik. Birilerinin bir şeyler yapması gerekiyordu ve bu birileri biz oluyorduk.

SEPTEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin