Bir İstanbul beyefendisi gibi, bir İstanbul beyefendisi.
Agresif ama oldukça nazik
Bir İstanbul beyefendisi...
Şarkının en sevdiğim kısmına geldiğimizde gitarıma biraz daha asıldım.
Ve paylaşmıyor sevgisini
Bir İstanbul beyefendisi
Ve centilmenlik akıyor her yanımdan
Bu aşkın hanımefendisi...
Cem ile birlikte şarkıyı bitirdiğimizde kalabalığa el salladım.
“Çok teşekkür ederiz arkadaşlar! Haftaya yine aynı saatte!”
Gitarımı toparlamaya başladığımda Cem ve arkadaşları da müzik sistemini topluyordu. Saat 11 olmuştu ve artık eve gitmem gerekiyordu. Her ne kadar Bodrum’un geceleri ayrı bir güzel olsa da evde sorun çıksın istemezdim.
Gitarımı sırtıma aldım ve eşyaları minibüse yükleyen Cem’in yanına gittim.
“Cem çok teşekkür ederim. Şurda iki şarkı söyleyelim diye tüm eşyaları getirip götürüyorsun.”
“Kızım ekmek paramızı kazanıyoruz işte fena mı? “
“Anan cerrah olmasa inanacağım şu fakir edebiyatına ha.”
“Yani zengin olmak güzel şey de, sen yanımda olmadığında uyuyamıyorum be güzelim.”
“Ya ne alaka ne alaka?” diyerek güldüm. Sürekli kendi kendine flört ediyordu kızlarla. Hayır kızlar yüz verse tamam. Ama o da yok ki.
“Hadi doğrudan eve. Gittiğinde bi boydan atarsın artık.”
“Atarım atarım. Ama nah çektiğim elimi. Alışıksınızdır birbirinize.”
“Şansımı deneyeyim demiştim. Hadi bye bye” dedi ve gitti.
Ben de tersi yönünde yürümeye başladım. Bir yandan çantamda kulaklığımı arıyordum. Daha 15 dakikalık yolum vardı ve müziksiz çekilecek gibi değildi. Her işimi müzik dinlerken yapardım. Dişlerimi fırçalarken 90’lar pop, okula giderken alternatif rock ve ders aralarında slow müzik, gece uyurken Perdenin Ardındakiler güzel giderdi. Akşam evden kaçıp geldiğim çarşıda da Cem ile müzik yapıyorduk. O söylüyordu, Ben çalıyordum. Henüz bestemiz yoktu, eğlencesine birkaç cover yapıyorduk işte. Hem bazı insanlar öylesine koyduğumuz gitar kutusuna para da bırakıyordu. Böylece harçlığım da gayet çıkıyordu. Birkaç ufak detay dışında hayatım 17 yaşındaki bir gence göre güzeldi.
Evin önüne geldiğimde aralık bıraktığım camımdan içeri girdim. Işıklar kapalıydı. Bu iyiydi. Odama parmak uçlarında gittiğimde ışığı açtım ve karşımda yatağıma oturmuş annemi gördüm. Onun psikopatlıklarına alışkın olduğum için dolabı açıp beyaz tişörtümü çıkardım direkt. Bir yandan götüm tutuşuyordu çünkü annemin oturduğu yatağın yanındaki komodinde sakladığım bira tenekesi vardı.
“Annecim hayrola ne işin var bu saatte odamda?”
“Senin gecenin 11’inde sokaklarda ne işin var kızım? Baban şüpheleniyor artık.”
“Anne konuştuk ya bu konuyu! Harçlığımı çıkarıyorum. Her gece de sapasağlam dönüyorum evime ne var yani?”
“Baban senin saat 10’da kapını kilitleyip uyuduğuna inanmıyor ki artık zor ikna ediyorum. Seni görmek istiyor akşamları.” Sanki görüp ne yapacaktı beni. Kavga arıyor kendine beyefendi.
“Çok sevdiğin kocana, kızına harçlık vermediğin için dışarda çalışıyor dersin anne.”
“Şşt! O ne biçim laf öyle baban o senin.”
“14 yaşımdan sonra babam olmamayı seçti kendisi. Keyfi bilir ona çok meraklı değilim zaten. 18 olayım hele. Neyse anne çık artık odamdan üzerimi değiştireceğim.” Annemin bile beni savunmamasından, her defasında babamı haklı çıkartmaya çalışmasından bıkmıştım.
“Bana bak benimle düzgün konuş almayayım ayağımın altına. Bir daha gece gece çıkmıyorsun dışarı. Evden okula okuldan eve gidilecek Sena hanım.”
“Allah Allah. Öyle mi?” Sırf onun inadına artık eve 2’de gelecektim.
“Öyle. Harçlığın için de ben konuşurum babanla. Acır belki sana da affeder.”
“Affedilecek ne yapmışım ben pardon? Offf! Çık artık odamdan bütün keyfimin içine ettin. “
Odamdan çıktı. Kapıyı çarpmadı ama. Ses çıkarmaktan korktu. Babam uyanırsa kavga çıkardı çünkü. Onun siniri sadece banaydı zaten. Babama pamuk gibiydi.
Kapımı kilitleyip yatağa attım kendimi. Sabah yine kapıyı kilitlediğim için kavga çıkacaktı ama umurumda değildi. Şu an müziğe odaklanacaktım. Şarkılarım daha değerliydi.
Sabah 7’da uyandığımda okulun sekiz buçukta başlamasına rağmen kendimi kahvaltı yapmadan direkt dışarı attım. Ailemin hiçbir ferdine tahammülüm kalmamıştı. Yarım saat içinde yürüyerek okula vardım ve sınıfıma girdiğimde hafta sonu boyunca hiç kimsenin değişmediğini fark ettim. Bütün devlet okullarında olduğu gibi akıllı tahtadan saçma sapan bir şarkı açmışlardı. Bunun dışında okula saat 5 buçukta gelen psikopat kız bangır bangır müziğe rağmen yine test çözüyordu. Birkaç kız sınıfa voleybol oynuyordu ve sınıfın bAd BoY’u en arka köşede uyuyordu. Rastgele bir sıraya geçip uyumaya çalıştığımda tabii ki başaramadım. Camdan, dışarıda kendini havalı sanan basketbolcuların sabahın köründe yaptıkları maçı izlemeye başladım. İnsanlar bu enerjiyi nereden buluyorlardı ki.
“Sena günaydın. Biz selam vermesek yüzümüzü hatırladığın yok.” Dedi yalancı bir sitemle. Sınıftaki kızlardan biri olan Emel idi bu. Tamam, kulağa ergence gelebilir ama cidden yeni insanlar tanımaktan nefret ediyordum. Tek arkadaşım Cem ve arada selamlaştığım arkadaş tayfası yetiyordu hatta artıyordu.
“Günaydın. Kusura bakma uykum var da biraz.” Üzgünüm Emel, seni başımdan atmak için ders saati gelene kadar başımı sıradan kaldırmayacağım. Evet, azimli bir insanımdır.
“Ha tamam derse daha var zaten. Sen uyu ben seni uyandırırım.” Seni üzerler Emel.
“sağol.’
Aynen kanka uyandırırsın. Şu an beşinci dersteyiz ve çok sevdiğim sınıf arkadaşlarım uyandırmadığı için sınıfta olmama rağmen beş derstir yok yazılıyorum. Bir anlamı kalmadığı için çantamı toparlayıp sınıftan çıkmaya hazırlandım.
Çıkarken, “Canım arkadaşlarım sizi çok seviyorum. Götü yiyen varsa sınıfta biri uyusun. Onu uyandıran en adi şerefsizdir hadi hoşçakalın.”
Okulun bahçesinden çıkarken öğrencileri pek sallamayan güvenlik görevlisi abiye selam verdim. Sözde çıkarken izin belgesi almamız lazımdı ama Muhammet abi bizi takmadığı için rahatça girip çıkıyorduk. Sadece gıcık kaptığı öğrencilerin çıkmasına izin vermezdi ama ben zeki biri olduğum için gözüne girmek amaçlı ona poğaça götürürdüm. Böylece istediğim gibi girip çıkardım.
Eve gitmek yerine sahile doğru yürüyecektim ki telefonum çaldı. Arayan kişi çok sevdiğim babamdı. Beni yaklaşık bir senedir aramadığı için meraklandım. Anneme bir şey mi olmuştu acaba?
“Evin yakınındaki hastaneye gel. Biri seni kapıda karşılayacak.”
“Noldu? Herkes iyi mi?”
“Çabuk ol.” Deyip kapattığında aklıma sırf o çabuk dediği için yavaş gitmek gibi bir fikir geldi. Güzel fikirdi. Sevmiştim. On beş dakikamı yerdeki taşlarla kendi kendime futbol maçı yaparak geçirdim. En sonunda hastaneye vardığımda kapının önünde benden biraz uzun bir çocuk beni karşıladı.
“Beni takip et.” Dedi. Ben de onu takip etmeye başladım. Bir bildiği vardır sonuçta değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELEFTERIA
ChickLitElefteria kelimesi Yunancada özgürlük anlamına gelir. Aile kitabı, klasik olanından. Ya da olmayanından.