Olur mu Hiç şarkısı tarzında şarkılar söylemiştik gece boyu. Ben alkol almamıştım ama alanları izlemek çok eğlenceliydi. Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar eğlenmiştim. Cem’le takılmayı sevmemin sebebi buydu. Her zaman nerede nasıl, kimlerle eğlenilir iyi biliyordu. Hangi mekanlar gençlere göre, hangileri sıkıcı biliyordu.
Pub’ın bar kısmında oturmuş meyve suyumu içiyordum. Watty erkeği içkinin anasını ağlatırken köşede meyve kokteyli içen masum kız gibi hissediyordum ama bir sarhoşluk vakasıyla daha karşılaşmak istemiyordum. Sadece önümdeki masaya yaklaşmış sanki derdim varmış gibi efkarlana efkarlana içiyordum. Önümdeki içecek pembe ve turuncu bir karışım değil de rakı olsaydı kendimi ciddiye alabilirdim.
“Merhaba sarışın. İlk defa mı geliyorsun? Ben müdavimiyimdir de buranın, hiç görmedim seni.”
Yanımdaki bar taburesini çekip oturan kirli sakallı siyah saçlı adamı görünce yüzümü buruşturdum. Benden en az 15 yaş büyüktü.
“Uza.” Dedim sadece. Umarım giderdi.
“Hiç yakışıyor mu ağzına böyle.”
“Bana bak dayı. Benim 7 abim, üstüne aşiret ailem var. Bana böyle sarktığını görürlerse seni yaşatırlar mı sanıyorsun? Hadi yürü git çağırmayayım abilerimi! Hadi!”
4 abim tek vardı -hiç birinin abim gibi davranmadığı da bir gerçekti ama olsun- ve aşiretim yoktu ama keşke olsaymış be. Aşırı havalı olurdu.
Adam az önceki sözlerimi duymadı ya da önemsemedi ve ağzında bir şeyler geveledi. Ne söylediğini duymasam da yerimden kalkmaya hazırlanırken hissettiğim dokunuşla yerimde donup kaldım. Adam bir elini bacağıma koymuş orayı okşuyordu. Eli daha da yukarı çıkmaya başlarken hareket etmeyi akıl edebildim. Kalbim deli gibi atıyordu ve ellerim titriyordu. Ne yaptığımı bilmiyordum. Sorgulamıyordum. Tek yapabildiğim yerimden kalkmaya çalışmak oldu. Ayağa kalkabildim ama o da kalktı. Dudakları yeniden hareket etti ama ya müzik çok sesliydi ya da beynim donmuştu.
Kolumdan sıkıca tutup sürüklemeye çalıştığında anlık bir içgüdüyle bar tezgahındaki meyve kokteylinin olduğu bardağı adamın kafasına geçirdim. Birkaç adım geriye sendeleyip yere düştü ve sanırım bayıldı. Etrafımdaki insanlar adamın başına toplanmıştı ve müzik kesilmişti ama ben hala öylece ona bakıyordum. İnsanlar geçip gidiyordu yanımdan, omzuma çarpıp geçiyorlardı ama hala ona bakmayı bırakamamıştım. Ne kadar süre orada öylece bekledim, mekan boşalalı ne kadar oldu bilmiyordum. Üşüyordum. Midem bulanıyordu. Başım çok kötü ağrıyordu. Ağlamak istiyordum ama sırtımda bir baskı vardı sanki. Ağlayamıyordum. Tek bir gözyaşı bile dökülemiyordu gözlerimden.
İki kişi kollarımdan tutup beni bir araca bindirdiklerinde sonunda mekanı ve zamanı algılamaya başlayabildim. Araba soğuktu. Kollarımı kendime sarmak istedim ama elime bağladıkları kelepçe izin vermiyordu. Soğuk metal bileklerimde bir sızı oluşturuyordu. Radyoda alakasız bir türkü çalıyordu. Sevmemiştim.
Arabadan indiğimizde yine kollarımdan tutuyorlardı. Sadece başımı eğmiş yürüyordum. Nezarethane’ye soktular beni kelepçeleri çıkartıp. Polis bir kadın benimle konuşuyordu ama dinlemiyordum. Başka bir şey düşündüğümden değil. Öylece yere bakıyordum ve kafam boştu. Kadın benden bir şey çıkmayacağını anlamış olacak ki gitti. Kafamı duvara yaslayıp gözlerimi kapadım. Keşke kulaklıklarım yanımda olsaydı. Başka bir isteğim yoktu.
Gözlerimi duyduğum seslerle araladım. Annem ve babam buradaydı. Abilerim de. Annemin gözleri doluydu. Diğerlerinin tepkisine bakacak kadar enerjim yoktu. Olduğum yerin kapısı açıldı, biri bana sarılmaya çalıştı ama ittim onu. İzin vermedim. İzin almamıştı.
“İzin almadın.” Dedim sayıklar gibi. Aynı cümleyi mırıldandım birkaç kez. Ona anlatmak istermiş gibi.
Bu kez annem oturdu yanıma. Omzuma dokundu. İrkilerek biraz uzaklaştım. O da bunu fark ettiğinde çekti hemen elini.
“Tamam. İstemiyorsan dokunmayacağım Sena. Ama bana neler olduğunu anlatman lazım yoksa seni buradan çıkartamayız. Evimize gidemeyiz. Lütfen.”
Ne diyecektim ki. Gözlerimi bana sinirle bakan abilerime çevirdim. Anlatsam inanacaklar mıydı? Beni suçlayacaklardı. Öyle bakıyorlardı. Anlaşılamamaktan korktum. Böyle bir konuda suçlanmaktan korktum. Ama anlatmazsam da belki o adamı bırakacaklardı. Üstüne ben ceza alacaktım. Sahi, o nasıldı?
“O... Nasıl?” dedim kısık bir sesle. Annem beni anlardı. Değil mi?
“Başına darbe almış ama iyi. Hastanede şimdi. Senden şikayetçi oldu. Birdenbire saldırdı. Sarhoştu zaten diyor.” Kaşlarımı kaldırarak baktım. Beklediğim olmuştu ama bu yükü azaltmıyordu.
“Keşke ölseydi.” Dedim kendimden beklemeyeceğim kadar soğukkanlılıkla. Bana şaşkınca bakıyorlardı. Babam bir adım ileri gelerek konuştu.
“Kızım, ne yaptı o adam sana? Bize anlat ki durumu çözelim.” Sinan başını salladı bana bakarak. Endişeli bakıyordu.
“T-taciz etti beni. Bir yere götürmeye çalıştı. Sarhoş değildim yemin ederim. Sadece... Kendimi savunmaya çalışmıştım.” O an nihayet ağlayabildim. Dirseklerimi dizlerime koyarak başımı eğdim ve o an hıçkırarak ağlamaya başladım. Etrafım çok sessizdi. Kim, ne tepki verir onu bile bilmiyorum. Uzaklaşan adım sesleri duydum. Bağırma sesleri.
Annem konuştu. “Seni buradan çıkaracağım. Bize güven. Bana güven. Bunu onun yanına bırakmam gerekirse gider kendim öldürürüm onu kızım lütfen sen üzülme yeter.” Sonlara doğru ağlamaya başlamıştı. Elini ağzına kapadı ve Özkan’a baktı.
“Ben müzik dinlemek istiyorum. Sakinleşmem gerek. Düşünmem gerek. Lütfen.”
Nasıl soktuklarını bilmiyordum ama bir mp3 çalardan müzik dinlemiştim. Yemek yemiştim ve dinlenmiştim. Daha iyi hissediyordum.
Sinan Kozcuoğlu
Sinirden ellerim titriyordu. O hastanede kendimi sakinleştirmem yarım saatimi aldı. Nasıl tam anlamıyla sakinleşebilirdim ki? Benim konuşmaya çekindiğim kız kardeşime adamın biri zorla dokunmuştu, üstüne bir de onu suçluyordu. Başka bir çıkar yolu yoktu. O adamı öldürecektim. Diğer kardeşlerim de benimle aynı fikirdeydi. Ölümü benim değilse Kenan’ın elinden olacaktı. O da değilse babamın.
Adam bile diyemediğim şahsın odasına avukatımızı göndermiştik. Şikayetini geri çekmesi gerekiyordu. 2 saattir bekliyorduk ve sabrım tükenmeye başlamıştı. 10 dakikanın ardından odanın kapısı açıldı ve içerden avukatımız çıktı. Kafasını iki yana sallayıp nefes verince yanımda oturan Kenan’la bakışarak anlaştık. Kapının önünde durduğumda takım elbisemin yakasını düzelttim ve hafifçe boğazımı temizledim. Bir beyefendi gibi kapıyı tıklattım ve içeri girdik. Adam elbette bizi tanımıyordu.
“Merhabalar nasılsınız?” dedi Kenan. Sırıttım.
“Nasıl olayım. Saldırıya uğramış bir adam nasılsa öyleyim işte.” Yavaşça kravatımı çıkarıp koltuğun kenarına sakince koydum.
“Çok geçmiş olsun. Olanları duyduk ve size bir teklifle geldik.” Ona yaklaşırken saatimi çıkarıp sehpaya koydum.
“Bana şikayetini geri çek demeyeceksiniz değil mi? Bugün avukat görmekten gına geldi yeminle. Suçsuz olan benim arkadaşım. O dava açılacak.” Tekrardan güldüm ve birkaç düğmemi açtım.
“Bence olan şey ne biliyor musun? O kızı taciz ettikten sonra kim olduğunu öğrendin. Böyle güçlü ve, elbette zengin bir ailenin kızı olduğunu görünce bir pay çıkarmak istedin. Tazminat istiyordun ama avukatlar sana bunu teklif etmedi. Bu yüzden tazminat davası açmak istiyorsun. Yanımda gördüğün adam, Sinan Kozcuoğlu. Kendisi sinir hastası. Kendini öyle kontrol edemiyor ki üç tane akıl hastanesinden kovuldu ve işin kötü yanı ne biliyor musun? Kendisi kardeşine yapılanları görünce çok sinirlendi.” Dedi Kenan. Sinir hastasıymışım öyle mi, şimdilik işime geldiğinden ses etmedim hatta adama bakıp psikopatça gülümsedim.
“Beni korkutamazsınız.” Dedi ve yutkundu sertçe.
İlk kez konuştum.
“Zaten amacımız korkutmak değil. Öldürmek.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELEFTERIA
Genç Kız EdebiyatıElefteria kelimesi Yunancada özgürlük anlamına gelir. Aile kitabı, klasik olanından. Ya da olmayanından.