susmak

2.1K 267 81
                                    

Üç gün.

Burada geçirdiğim üçüncü gün olmalıydı.

Bundan emin değildim ama duvarda en üstte bulunan o küçücük pencereden saydığıma göre bu üçüncü akşamımdı burada.

Gelmemişti.

Buradan kurtulacağımı düşünmek zaten artık imkansızdı benim için ama en azından geleceğini ve neler olduğunu anlamaya çalışacağını düşünmüştüm. Sanırım burada ölecektim.

Açım, susadım ve leş gibiyim.

Gerçekten kaç gündür ağzımdan tek lokma yemeği geçin, bir yudum su bile geçmemişti ve zaten zayıf biri olarak ne kadar kendimde kalabilirim bunun hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Tanrı aşkına iç çamaşırım da çok sıkıyordu.

🫅🏼

İç çamaşırımı çıkarttım.

Her şekilde tehlikedeydim ve bu kabarık etek sorun etmez diye düşünerek zindanın bir tarafına doğru sallamıştım.

🫅🏼

Uyku düzenim yok olmuştu. Ya tüm sabah uyuyordum ya da geceleri çok fazla uyanıyordum. Aradan kaç gün geçtiğini bilmiyordum ama ya uzun zamandır burdaydım ya da bir günüm günlere bölünüyordu artık.

Arada oturduğum yerde başım dönüyordu ve midem, çok olmasa da uzun zaman sonra bir şeyler yediğim için bulanıyordu.

Kaydığım yerde dikleşerek sırtımın tamamını duvara dayadım. Dışarıdaki hareketliliği duydum ama umrumda değildi. Biraz önce gelen sivri çeneli bir gardiyan dışında günlerdir kimse gelmiyordu, ama o da yeni gelmiş bana yiyecek bir şeyler getirmiş ve tabağı alarak gitmişti.

Kapının dışındaki fazla yakından gelen demirin çarpma sesleriyle başımı kapıya çevirdim. Sakince açıldığında içeriye giren uzun ve yapılı bedeni gördüğümde duvara daha da sindim.

"Prensini böyle mi karşılıyorsun Lee Fairy?"

Ağrıyan vücudumu bir un çuvalıymış gibi hissederken kendimi ona doğru ittim. Önüne kapanırken ağrıyan belimle inlememek için kendimi durdurdum.

Saçlarımdan tutularak kafam kaldırıldığında hafifçe tıslamış, yakınımdaki güzel yüze bakmıştım. Bu iğrenç ortama zıt şekilde ışıl ışıl olması sinir bozuyordu.

"Bana bakmıyordun. Ne dediğimi nasıl anladın?"

Titredim, gözbebeklerime kadar titredim. Bunu hissediyordum ve korkuyu da. Ona gerçekleri ben anlatmadım ve şimdi her nasıl öğrenmişse bittiğimden emindim.

Gözleri yüzümün her yerindeydi, bakışlarıyla yakıyordu tenimi. Elleri, kirlenmiş ve sarıları solmuş saçlarımın içinden geçerek suratıma indi. Başparmağı, yüksek ihtimalle akmış makyajımın altından kendini belli eden çillerimin üstünden geçti. Burnu burnuma yavaşça sürterek dudaklarımızın temasını sağladı, sadece temas vardı fazlası değil.

"Sağır ve... dilsiz olman, tamamen bir yalan. Öyle değil mi Lee?"

Gözlerimi kapattım. Hiçbir şeyi inkar edecek, kendi başlattığım oyunu devam ettirecek halim kalmamıştı. Ne olacaksa olsun artık, ne olacaksa olsun.

"Bakalım, yalan mıymış."

Bu söylediği son şey oldu. Devamında parmakları çenemi tutup kendisine çekerken itiraz etmeye halim yoktu. Dudaklarındaki her bir damla benim için nimet gibiydi.

Aç ve susuzdum, dudakları ziyafetti.

Çenemdeki eli havalanırken bende onunla birlikte kalktım. Dudaklarımız asla ayrılmazken beni arkamdaki duvara yasladı. Utanmasa dudaklarımı suratımdan ayıracakmışçasına iştahla yiyordu beni, öpmek bu değildi.

Ona karşılık verdim, verebildiğim kadar. Bu hayallerimi süsleyen bir erkekle ve hatta bir kişiyle ilk ve son özel anım olacaktı. Bana sunulan bu nimeti elimin tersiyle itemezdim.

Dudaklarına sertçe asılırken çenemdeki elini belime indirdi. Olduğu yeri sıkı sıkıya kavrarken bir diğer eli kalçamdaydı. Kaba etimi hırsla yoğuruyor, dudaklarımı ise resmen içine çekiyordu. Ağzımı araladım, dili hiç beklemeden kişiselime konuk olduğunda hissettiğim hazla mırıldanmama engel olamadım. Pütürlü doku zihnimi bulandırırken havalandım. Beni kaldırıp hafifçe zıplattığında elleri baldırlarımı buldu ve onları ustaca beline doladı. Aramızdaki kabarık etek fazlalık yapsada, asıl benim fazlalığımı sakladığı için pek rahatsız sayılmazdım.

Umuyorum ki bu sırada koridordan duyulan karmaşa sesimi bastırmıştı.

"Şu lanet elbiseyi yırtıp atmak istiyorum." dudaklarımızı ayırmadan konuştuğunda dilim iki pembe et üzerinde dolaştı. Onları usulca severken başını benden geriye çekti. Gözleri içimi okur gibi bakarken hafifçe güldü.

"Ama bunu yapmam hoşuna gitmez, öyle değil mi?"

Hafif gülüşü büyük bir kahkahaya dönüşürken şaşkınca ona baktım. Olduğumuz durum ve söylediğinden sonra bu beni korkutmuştu.

Ama korktuğumun aksine yavaşça geriye adımladı ve ben hâlâ kucağındayken aşağıya doğru indi. Sırtını ve başını duvara yasladığında gözlerini benden bir süre çekmedi. Ne yapacağımı bilmeden öylece kucağında oturuyordum. Ona sarılmak istemek hem güzel hem korkunç bir fikirdi.

"Neden konuşmuyorsun?"

Ellerimi tuttuğum kollarından çekerek kendi kucağımda, eteğimin üstünde topladım. Baldırlarımda olan elleri yavaşça belime çıkarak sakince kendisine çektiğinde, alnı alnımla buluşmuştu.

"Sana yalan söylediğini bildiğimi söyledim. Neden hâlâ susuyorsun?" Alnıyla birkaç kez alnıma vurduğunda geri çekildim. Bunu yapmamla kafası omzuma düştü.

"Düşündüğüm şeyin olmasını istemiyorum. Lütfen Fairy, düşündüğüm şey olmasın." yalvarır gibi çıkan sesi bana kendimi daha da kötü hissettirirken sağ elimi saçlarına daldırarak onları usulca sevdiğimde nefesini boynumda hissediyordum.

"Düşündüğüm olmasın."

aware | hyunlix Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin