Şarkının sesini biraz daha kıstım. Toplumda benimle birlikte yaşayan fertlerin olduğunu arada unutuyordum. Keşke toplumda benim bir insan olduğumu unutmasaydı. Ya da unutsaydı. O zaman delinin teki derlerdi ve şarkının sesi daha da yükselirdi.
Başımın ağrısının geçmeyeceğini biliyordum. O kadar yüksek sesteki müzik ile mi uyunurdu? Ben uyurdum. Cidden bazen hareketli şarkı olunca uykumun açıldığını hissediyordum ama dün gece ne olduysa artık tüm şarkılarda ölü gibi uyumayı başarmıştım.
Komşum ben uyanana kadar kapımı çalıp beni uyandırmaya -onun deyimiyle benim müziği kapatmamı sağlamaya- çalışmıştı. Ben uyanınca apartmandaki diğer kişilerle bir olup beni attıracağını söyleyen bin ton laf etmişti.
İnsanların anlamadığım ikinci özelliği de buydu. Çok konuşmak ve çok anlatmaya kalkmak. Karşıdaki çok konuşunca mal yerine konulduğunu düşünerek sizi anlamayı kesinlikle reddediyordu. Ben öyleydim mesela. Komşu hanım sadece beni attırmakla tehdit etseydi. Onu anlayışla karşılar ve özür dilerdim. Hatta iyi olmadığımı kötü bit gün geçirdiğimi bu yüzden onları rahatsız etmemin doğru olmadığının farkında olduğunu da söylerdim. İnsanları empati yapmaya itmek zor değildi ama bazıları vardı ki empati yaptığını sananlar. "Ben zaten empati yapıyorum sana ne ki kardeşim?" modunda zaten.
Kısa şortumun üstündeki askılıyı biraz aşağı çekiştirerek mutfağa ilerledim. Param dolabımı sağlıklı yiyeceklerle dolduracak kadar çoktu. Övünmek gibi olsun kendi paramı kendim kazanıyorum. Tamam belki kazandığım yollar övünülecek gibi değil ama olsundu.
Elime yumurta, domates, peynir, un ve süt alarak Kalçamla dolabı kapattım. Omuzlarıma değmeyen kısa saçlarımın önüme gelmesini engellemek için başıma bir badana geçirirken bir yandan sütü cezveye boşaltıyordum.
Sütsüz kahve içemiyordum, acı geliyordu. Ama şekersiz kahve ile kahvenin tadını aldığımı hissediyordum. Garip bir ikilem. Hayatım ikilemlerle dolu değildi. Asla olmamıştı ve olmayacaktı. Kesin kararlarım çoktu. Fevri değildim ama bir düşüncenin hep arkasındaydım.
Sürü alarak içine çözünen kahveden attım. Sonra ise biraz da üstüne su ekledim. Büyük bir yudum alırken sıcaklığından yanan dilimi umursamadım. Sürekli dilini yakan birisiydim.
Büyük kâsede getirdiğim malzemeleri uygun hale getirerek karıştırdım. Yağladığım tavaya dökerken kahvem bitmek üzereydi. Bardağın içinde kalan son kısmını asla ama asla sevmiyordum. Sanki son yudum diğer yudumlardan farklı olarak iğrençti.
Omlet tavada pişerken elime telefonumu aldım. Koruyucu ekranı çatlamış olsa da değiştirmeye üşeniyordum. Üç kişiden ayrı ayrı mesajlar vardı.
En üstekine girdim. Bay Yıldırım...
Senin kaybediyor oluşunun bize yansımasının ne kadar olduğunu biliyor musun? Senin arkanda duran kişi benim ve bana borçlusun bunu unutma.
Saçmalık. Bir yere kadar. Ona borçlu değildim. Yıllık ödemem gerek miktarı ödüyordum zaten. Saçma olan diğer şeyse onun belli bir yüzdelik pay almıyor oluşuydu. Yüzdelik pay alıyor olsaydı elbette ki bu onu etkilerdi. Gerekli parayı alıyordu bu ona yetmeliydi değil mi?
Bu kaybedişim size maddi olarak yansımadığı sürece sizi ilgilendirmiyor – ki maddi olarak yansımıyor çünkü anlaşmamız miktar üzerine kurulu.
Parmağım küçük oka bastığında mesajı bir kere daha gözden geçirip ocağa ilerledim. Zor da olsa omleti ters çevirip tavayı ocağa geri bıraktığımda masanın üzerindeki telefonumu tekrar elime alabilmiştim. Diğer iki mesaja baktığımda biri Büyük Patron yazılı kişidendi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dışarıda Kalanlar
Teen Fictionİki buçuk yıl önceki geçmişinden pistlerde yaptığı hızla kaçan Sahil, gerçek kimliğini de iki buçuk sene öncesine gömmüştü. Birden ona ulaşan gizemli notlar ve kazandığı yarışın gecesinde yaralı bir şekilde kapısına dayanan Atlas. Atlas neden notla...