*Müzik Ena ve Aodh'un düşüncelerini yansıtmaktadır
Ena, elindeki valizle sevinçle kale kapısından çıkan Bridget'in ardından ağır adımlarla ilerledi. Avluda onlar için hazırlanmış araba ve iki at bulunuyordu. Genç kız Arabayı kullanacak olan adamın bavulu Bridget'ten alıp özensiz bir şekilde yüklüğe koyuşunu ardından inip kapıyı açışını merdivenlerin başında dikilerek bir süre boş gözlerle izledi. Kızın son sözleri aklından çıkmıyor, adeta beynini yiyip bitiriyordu. Tanrım, düşünmesi gereken ne kadar çok şey vardı ama önce Aodh ile konuşmalıydı. Parmağındaki yüzüğe dokunurken titrediğini hissetti. Sağ ayağı istemsizce geri gitti ve ardından diğeri fakat Hogan ve Aodh'un bir anda kapıdan çıkıp yanına gelmesiyle kendine geldi. Hogan onu başını eğerek selamladı ve merdivenleri ikişer üçer atlayarak Bridget'in yanına ulaştı. Genç kız ise onu kızdıracak bir özenle İngiliz reveransı yaptıktan sonra arabaya oturdu. Ena istemsizce gülümsedi. Hogan, afallamış görünüyordu. Şimdi sıra kendisindeydi. Yanında sessizce dikilmekte olan Aodh'a nasıl tepki vereceğini düşündü. Başını çevirip erkeğin bir heykel kadar sert ve ifade yoksunu görünen yüzüne baktı fakat Aodh ondan tarafa bakmadan derin bir nefes aldı ve hızla aşağı inip kendi kadar huysuz kısrağının üzerine çıktı.Ena gözlerini kırpıştırdı. Tanrım! Aodh, ona bakma zahmetine bile girişmemişti. Bir an kalp atışları öfkeyle gümbürdedi fakat boğazındaki düğümü yutkunarak kendisini sakinleştirmeyi başardı. Başını yerden kaldırmadan ağır ağır merdivenlerden inip arabanın içindeki yerini aldı.
Aodh kendisine soran gözlerle bakan arkadaşına aldırış etmedi. dizginleri parçalarcasına sıktı ve sert bir şekilde hayvanın boynuna vurarak öne atıldı. Koskoca Dubghail beyi bir kadının gözlerine bakmaktan korkar olmuştu. Teninden yayılan gül yağı ile karışık kadınsı kokusunu içinde hapsetmek istercesine nefesini tuttu. Bu durumdan iliklerine kadar nefret etmişti. Kendinden iğreniyordu.
...Saatler sonra...
"Neler oluyor Ena? Yoksa Irene mevzuuna mı sinirlendin?"
Genç kız gözlerini yüzüğünden ayırıp Bridget'e baktı. "Hayır."
"Saatlerdir ağzından tek kelime çıkmadı. Seni kızdırmak istemedim. Sadece..."
"Sana kızgın değilim." Ena gülümsemeye çalıştı.
"Beye mi kızdın." Bridget huzursuzca kıpırdandı.
"Biliyor musun?" Ena duraksadı. Ses tonu oldukça sert çıkmıştı. Kendine olan öfkesini zavallı kızdan çıkarmak istemiyordu. Eğer bağırıp çağırmak istiyorsa yahut hıçkırıklara boğulacaksa bunu Aodh'un karşısında yapmalıydı. Ellerini dizlerine vurdu ardından derin bir nefes alıp "Bana Aodh'u çağır Bridget." dedi. Sözleri derhal pişman olmasına neden olmuş olsa da geri dönüşü yoktu. Bridget, derhal küçük pencereyi açarak arabayı süren adama durmasını söyledi ardından ne yapacağını bilemez halde aşağı indi. Ena peşi sıra kızın arkasından baktığında onun Hogan'ın yanına gidip bir şeyler söylediğini gördü. Hogan ise acele bir baş onayı ile atını hızlandırıp uzaklaştı. Bridget'in arabaya doğru yürüdüğünü gören Ena derin bir nefes alarak yerine oturdu.
"Bey Aodh vadiyi kolaçan etmek için önden gitmiş. Hogan onun çok uzaklaşmadığını söyledi. Biz ilerlemeye devam edeceğiz."
Ena başıyla onayladı. Kalbinin atışı öyle şiddetliydi ki Bridget'in onu duymasından korkuyordu. Diğer yandan ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Büyük bir iştahla elbisesinin manşetlerini kemirmeye koyuldu. Tahminince on dakika içerisinde araba yeniden durdu. Ena bakmak için camındaki perdeyi araladığında ise Aodh ile göz göze geldi. Genç kız bayılacağını düşündü. Perdeyi kapatıp geri yaslandı sırtını dikleştirdi ve çabucak eline doladığı saçlarını tek omzundan sallandırdı.
Kapı açıldığında Hogan Bridget'i elinden tutarak arabadan indirdi. Genç kız ona bakıp sırıttı ve ardından elini sertçe çekip ata doğru ilerledi. Ena kendisini çıkmaza sokacak olan bu isteğinin en azından arkadaşının işine yaramış olmasında teselli bulmaya çalıştı.
Aodh eğilerek arabanın içine baktı. Genç adam koca cüssesini oraya nasıl sığdıracağını düşünüyordu. Hogan'a bakıp "İlerlemeye devam edin" dedikten sonra basamağa basıp iyice eğilerek Ena'nın tam karşısına oturdu. Eğer yanına oturmuş olsaydı muhtemelen kadın cam ile kendisi arasında fena halde sıkışacaktı. Şimdi de pek rahat göründüğü söylenemezdi. Aodh bacaklarını aralamak zorunda kalmış ve hoş olmayan bir şekilde Ena arada kalmıştı.
Normal şartlarda Ena gülerdi. Hatta kahkaha bile atabilirdi. Aodh arabada fazlasıyla sıkışmış görünüyordu. Bu görüntüsü onu bir nebze olsun rahatlatmıştı. Erkeğin iki bacağı arasında kalan ayaklarını birbirine yapıştırıp gözlerini parmağında çevirdiği yüzüğe indirdi.
Genç adam kapıyı çekerken yanaklarında biriktirdiği havayı sertçe üfledi ve dizginleri sıkmaktan berelenen avuç içlerini koyu renk pantolonuna sürdü. Bu gün kilt giymediği için şanslıydı. Ena'nın parmağında çevirdiği yüzüğe ardından somurturken dahi güzel olmayı başarabilen yüzüne baktı. Onu çağırmış olması kalbinin bir an için durmasına neden olmuştu. Gittiği yolu yıldırım hızıyla dönmüş bu yüzden kan ter içerisinde kalmıştı. parmaklarıyla dizinde birkaç kez ritim tuttuktan sonra cesaretini toplayarak konuştu;
"Beni neden çağırdın Ena?" Lanet olsun! Konuşmasa daha iyiydi.
Genç kız dudaklarını dişledi. Bakışlarını Aodh'un keskin gözlerine sabitlerken söyleyeceklerini düşünmemeye karar verdi. Kelimeler her zamanki gibi dökülsün istiyordu. Fakat yapamadı. Ona bakmaya devam ederse ağlayacağını bildiğinden bakışlarını indirdi. "B-ben sandığın gibi bir kadın değilim." Yutkundu yavaşça yüzüğü parmağından çıkardı. "O an... Yani odanda..." Ena pes etti. Titreyen çenesini eliyle bastırıp gözyaşlarının dökülmesine izin verdi. "Bu yüzüğü al Aodh Dubghail! Ömür boyu evlenmeye yüzüm olmasa da o gün... Bunu takmak için orada değildim... B-ben..." Ena başını dikleştirdi ve aldığı titrek nefesin ardından bir çırpıda konuştu. "Seni savunmasız yakalayıp kendimi lekelemek ve evlenmek zorunda bırakmak için yatağına girmedim!" Yüzüğü ona uzattı. "Bunu yapmak zorunda değilsin. Sevdiğin kadının yerine geçme gibi bir niyetim yok! Beni bırak, lanet bir köşeye çekilip orada çürüyeyim!"
Aodh kaşlarını çattı. Ena'nın kendisine uzattığı yüzüğü alıp açtığı kapıdan dışarı fırlatırken havaya birbiri ardına küfürler savurdu. Bunca zamandır birbirlerini yanlış anlamışlardı. Dahası konuşmak yerine onu öylece bırakıp gitmiş ve durumun ikisi içinde daha da kötü bir hal almasını sağlamıştı. Kadının elini kendine çekip dar alanda bel çantasını kurcaladı ve parmağına iki gün boyunca yaptığı gezide boş boş dolaşırken görüp aldığı safir taşlı damla şeklindeki yüzüğü geçirdi. Bu yüzük ona kadının gözlerini ve kendisi yüzünden bolca akıttığı gözyaşlarını anımsatmıştı. Lakin düşüncelerini daha sonra açıklayacaktı. Öne doğru eğilip iki parmağı ile çenesinden nazikçe tuttu ve safir gözlerinin içine baktı. Güzel dudakları arasından her şeye rağmen onunla evlenmek istemediğini duymak canını yakmıştı. Bu defa inatçı olacaktı. Ena onundu. Kendisinden nefret dahi etse, bir ömür aşkı için bekleyecek bile olsa bırakmayacaktı.
"Artık bana aitsin McGiola. Gelinim olduktan sonra seni boş bıraktığım taktirde istediğin lanet köşede çürüyebilirsin. Tabii bırakırsam!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UISCE BEATHA (YAŞAM SUYU)
RomantizmUISCE BEATHA (YAŞAM SUYU) GRAMPIAN DAĞLARININ KORUMA GÖREVİ ÜSTLENDİĞİ DUBHGHAİL, BEYLERİNİN ÖLÜMÜ VE UĞRADIKLARI BÜYÜK SALDIRI ARDINDAN DAHİ BÜYÜK MCGİOLA BEYLİĞİNİN BOYUNDURLUĞU ALTINA GİRMEMİŞ FAKAT SİNEYE ÇEKİLMİŞTİR. YILLAR YILI KENDİ HALLERİND...