Keşke acıları silmek beyaz sayfadaki kelimeleri tek bir tuşla silmek kadar kolay olsaydı. Zaman insanın merhemi olmuyordu aslında, zamanla gördüğün daha büyük acılar bir diğer acının üzerine kara bir çarşaf örtüyordu. Katlana katlana koca bir üryana dönüyor, geceleri nefesini kesiyordu. Hayatınızı değiştiren bazı dönüm noktaları olurdu, yaşadığınız anlık farkındalık sizi dünyanın üzerinde bir yere de taşırdı yerin yedi kat dibinde şeytana komşu da yapardı.
Kaç gün olduğu yerde duruyordu bilmiyordu, zaman algısı kapanmıştı. Hiçbir duyu organı çalışmıyor gibiydi. Koca dünyası alevden birer topa dönüşüp başına yağıyordu, ruhunu bedeninden ayırıp sadece durmak istiyordu. Öylece durmak. Hiçbir şey bilmemek, hiçbir şey anlamamak, hiçbir şey hissetmek istemiyordu. Sızlayan, iltihaplanan bıçak yarasını hissedemeyecek kadar hissizleşmişti. Bir banyo köşesinde uyukluyordu Mahir, uyandığı anda hissettiği farkındalık midesini bulandırıyor bomboş bir şekilde öğürüyordu. Kabullenemiyordu, kabullenmek bir köşede dursun algılamak dahi istemiyordu. Ela gözleri yaşla parlarken içli içli ağlamaya devam etti, etrafı al bir gülü kıskandıracak kadar kırmızılaşmış, tüm acı çekenlerin utanacağı bir ağıt yakıyordu kendi üzerine. Karnındaki yarasının kalbine ulaşmasını onu paramparça edene kadar kanatmasını istiyordu, belki öyle geçerdi. Geçer miydi?
Kaç gün geçmişti bilmiyordu, arada bir rüya gibi gelen sesler dışında tüm bilincini yitirmişti. Kapısı mı çalıyordu, telefonu mu ötüyordu, ölüyor muydu bilmiyordu. Büyük bir titreme sarmıştı bedenini, elleri zangır zangır titrerken durmadı. Ağladı, ağıt yaktı, öldü ve gömüldü... O gece Mahir, ölümünü Azrail'e bırakmadan kendi başına yaptı.
*
''Ulan ne biçim adamsın sen! Hiç mi haber vermez insan?'' Devrim telefonun diğer ucundan terör estirirken iç çekti ela gözlü genç.
''Devrim boğazını patlattın oğlum yeter artık.''
''Yetmez amına koyayım, kaç gündür yoksun arıyoruz ulaşamıyoruz başına bir şey geldi sandık. Adamdaki genişliğe bak, yeter diyor bir de oradan.'' Mahir arkadaşının endişeli sesine tepki veremedi bile. Arkadan başka bir ses duymadan hemen önce derin bir boşluğa düşmüştü yine.
''Tamam Devrim la, ne velvele ettin sabahtan beri.'' Mahir iç çekti, duyduğu ses kendisinin yansıması gibiydi. Bu sese sahip olan çocukla aynı siktiri boktan kaderi paylaşacağını bilir miydi? ''Mahir, hazırlan gelip seni alalım da ne konuşacaksanız yolda konuşun, biraz daha seni görmezse delirecek bu belli, gören de adam gurbete gitti yıllar sonra döndü sanacak.''
''Sen sus Arda elimin tersindesin bir yapıştırırım geriye iz bile bulamazlar senden.'' Giderek artan ufak atışmalardan sonra Mahir'in evine doğru yola çıkacaklarını söylemişlerdi.
Ela gözlü genç ayaklandı. Ölmüştü ölmesine, ama üzerindeki bu ceset diri kaldığı sürece devam edecekti. Her şeyi yerle yeksan etmeden önce, yakıp küle çevirmeden önce son kez kalktı ayağa. Gardırobundan siyah kot pantolon ve siyah bir gömlek giyindi. Sabah tıraş ettiği saç sakalıyla adama benzemişti, bundandır ki çok fazla uğraşmadı. Üzerine kalın deri ceketini alırken dudaklarının arasına sigarasını alıp yakmadan bekledi. Güzelce parfümünü sıktı, yarası için ağrı kesicisini içtikten sonra en şık ayakkabısını giyindi. Anahtarlarını alıp dışarıya çıktığında keskin soğuk ela gözlerini yakmıştı, gözlerini kısarak sigaranın ucunu ateşlerken oksijene yeni kavuşmuş gibi çekti zehirli dumanı içine. Hiçbir şey yaşanmamıştı, ne o gece ne de sonrakiler... hayatı sanki bıçaklandığı geceden devam edecekti kararı bu yöndeydi.
Ne düşünüyor, ne hissediyordu. Şu birkaç günde yaşadığı her ne varsa tabutun içine koymuş matruşka oyuncağı gibi onlarca tabutun içinde saklamıştı. Zincirlere vurmuş defalarca kez kilitlemişti ve kalbinin en görünmez köşesine gizlemişti hepsini. Kimse bilmeyecek, kimse duymayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUMRAL (GAY)
Novela Juvenil"Çok solcu gördüm lakin sol yanımda bu denli devrim yapanı ilk defa görüyorum." Eşcinsel konuludur. Turan & Mahir