2-Suçluluk

206 119 150
                                    

''Kaybolmak fiziki değil aynı zamanda zihinseldir. Kimisi bir sokakta kimisi bir ormanda... Ama ben zihnimin en içinde kayboldum''

(Aralın Ağzından)

-Günümüz-

''Hoşgeldiniz Aral Bey.'' dedi genç erkek psikiyatrist. Ben ise sadece kafa sallamakla yetindim. Odasındaki bej koltuklardan birine oturdum. ''Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?'' Ellerini masanın üzerinde birbirine kenetledi.

''Bilmiyorum doktor, onu senin anlaman gerekmez mi?'' dedim buz gibi soğuk bir sesle.

''Önceki seansta kendinizi dinlememenizi söylemiştim. Bu size iyi gelirdi.'' dedi ve gözlerime baktı. Cevap vermedim.

''Aral Bey'' derin bir nefes aldı. ''İçinize kapanmanızı anlıyorum, yaşadığınız şeyler kolay değil ve..'' doktor henüz sözünü tamamlayamadan elimi masaya vurdum.

''Sen beni anlayamazsın doktor! Üçüncü bir pencereden bakıp konuşmak yaşayana kıyasla daha kolay olabilir. Her seansta bu saçma başlangıcı yapmak zorunda değilsin!'' Durdum ve gözlerimi kapayıp sakinleşmeyi bekledim. Bu hep oluyordu, öfke sorunlarımla başa çıkmayı öğrenememiştim. ''Birisinin kollarında ölmesini anlayamazın.'' diye mırıldandım.

Gözlerimi açtım, derin bir nefes alıp doktora baktım. Boğazını temizleyip devam etti ''Pekala, kendinizi geçmişe nazaran nasıl hissediyorsunuz?'' Camın dışındaki manzaraya baktım. Boğazdan geçen gemilerin dumanı gökyüzüne karışıyordu. Şehrin üzerinde kara bulutlar geziniyordu, muhtemelen birazdan yağmur başlardı. Doktora döndüm

''Bilmiyorum, o günden beri yaşamıyor gibiyim.'' Gözlerimi tekrar boğaza çevirdim. ''Kaybolmak istiyorum ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Kısacası hiçbir şey bilmiyorum.'' Doktorun bana acıyan gözlerle baktığına emindim fakat bu umrumda değildi. ''Pekala, bu düşünceler sizi nasıl hissettiriyor?'' afalladım. Gerçekten nasıl hissetiriyordu? Karmaşık mı yorgun mu?

  ''Emin değilim. Kafamın içindeki suçluluk düşüncesi beni ele geçiriyor ve bundan memnun olduğum söylenemez.'' durdum ve derin bir nefes aldım ''Kendimi buraya ait hissetmiyorum.'' Kafasını salladı ve o da bir süreliğine bakışlarını pencereden dışarı çevirdi.

                                                                                                    ***

Bir saat sonunda biten bu sıkıcı seansın ardından arabama doğru ilerledim. Tam da tahmin ettiğim gibi yağmur başlamıştı. İnsanlar koşuyor, yağmurdan kaçmaya çalışıyordu. Ben ise yağmurdan kaçmayı değil, yağmurda ıslanmayı tercih ediyordum. Ağır adımlarla arabama ilerledim. Arabanın kapısını açtım ve bir süre camdan sadece yağmurun yağışını izledim. Ana yola çıktıktan sonra gazı kökledim ve gidebildiğimce hızlı gittim. Bilmediğim sapaklardan döndüm, hiç bilmediğim sokaklara girdim. Kaybolmaya çalıştım ama gene başaramadım.

Çok kalabalık olmayan bir parka girdim ve banklardan birine oturdum. Deri ceketimin cebinden çıkardığım sigarayı dudaklarıma götürdüm, ateşini yaktım. Zihnimdeki düşünceler son bulmuyordu, bulacağını da sanmıyordum. Birkaç dakika orda sessizce oturduktan sonra sigarayı yere attım ve üzerine basıp ateşini söndürdüm, daha sonra tekrar arabama doğru ilerledim. Bu sefer bilmediğim sapaklara sapmadan eve ilerledim.

Kapıyı açtığımda eve göz gezdirdim. Yarım kalan alkol şişeleri, masada duran dışarıdan söylenmiş yemek paketleri, yere atılmış yastıklar, etrafa saçılmış sigaralar... Ev çöplüğe dönmüştü. Gri kanepenin üzerindeki dağınıklıkları biraz toparladıktan sonra kendime oturacak yer açmıştım. O esnada telefon çaldı. Arayan annemdi. Kendimi suçlamama katlanamıyordu, kendimi dağıtmam onu paramparça ediyordu ama ben bunu göz ardı ediyordum. Telefonu açmadım. Masanın üzerinde olan sigaralardan birini elime aldım ve sigaranın ucunu hafifçe alevlendirdim. Orta sehpadaki kız kardeşimle olan fotoğrafımı elime aldım. Uzun bir süre baktım.

''Giden sen değil, ben olmalıydım.'' 

 Masada duran viski şişesini elime aldım ve tıpasını çıkardım. Gözümü kapadım ve başıma diktim. 

 Kendimi kaybediyordum, eski Aral nerde bilmiyordum. Yeni birisine dönüşüyordum ve inanın, ben bu kişiliğimi hiç sevmemiştim.

                                                                                           ***

Sızdığım koltukta yavaş yavaş doğruldum. Başım fazlasıyla ağrıyordu.

Gene çok içmiştin Aral.

Derin bir nefes alıp koltuktan destek alarak ayağa kalktım. Yalpalayarak mutfağa doğru ilerledim. Tek isteğim başımın ağrısını dindirecek bir ağrı kesiciydi. Dolapları karıştırmaya başladım, neredeydi bu kahrolası ilaç?

Dolaplarım da en az evim kadar dağınıktı bu yüzden aradığım şeyleri bulmak daha da zorlaşıyordu. Çekmeceleri karıştırmaya başladım ve orda bir ağrı kesici buldum. Hap şeklinde olan ilaçlardan 2 tane elime döktüm ve ağzıma attım. Yatak odama yavaş adımlarla ilerledim ve yatağa uzandım. Telefonumla uğraşırken ''Kaybolmaya Son 3 Gün'' adında bir slogan gördüm. Bildirimin üzerine tıkladım ve beni e-mail sayfasına yönlendirdi.

Kaybolmaya Son 3 Gün!

Merhaba Aral Özkan! Bu oyun için seçilen 55 şanslı kişiden birisi de siz olmak ister misiniz? 2000 metrekarelik alanda suyun altındaki bir sığınakta geçen bir yarışma düşünün. Toplam 10 oyun olacak ve bu oyunlardan en yüksek skoru alan grup büyük ödülün sahibi olacak. Her grup 5 kişiden oluşacak ve diğer gruplarla yarışıp bu oyunu kazanmaya çalışacak. Büyük ödül 1.000.000$ . Ama unutma! Hiçbir teknojik alet yok! Teknojiden uzak birkaç gün... Lütfen daha fazla bilgi almak ve bu oyuna katılmak için aşağıdaki bağlantıya tıklayın. Yarışmaya katılmak için hızlı olan kazanır!

''İşte beklediğin fırsat be Aral!'' diye mırıldandım. Yüzümde uzun bir aradan sonra ilk defa tebessüm vardı. Bağlantıya tıkladım ve gereken detayları girdim. Onayla tuşuna basınca ise artık resmen bu oyunun bir parçasıydım.

Aramıza Hoşgeldin Aral Özkan!

Selam! Açıkçası başrollerin hayatlarıyla sizi fazla sıkmak istemedim ve Aral'ın hikayesini daha kısa tuttum. Gelecek bölümde asıl gidişat açığa çıkacak zaten. Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Sonraki bölümlerde görüşmek üzeree :)

Kaybolmaya Son Üç GünHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin