Sarı Saçlı Şeytan Elçisi

207 7 6
                                    

Bir tramvay durağının en sıcak bankında otururken dijital ekrana sürekli bakmak tik olur.

Yazın ortasına karşın üzerimde siyah bir tişört varken ve güneşin merhametini gömdüğü öğle vakitlerinde saçlarım ateş gibiydi ki yanıma biri yaklaştı. Kim olduğunu bilmem lakin saçları güneşin elçisi gibi sapsarı olan bu erkeğin yüzü, tanrıya isyan edeceğim kadar güzeldi - tanrının tuzağıydı besbelli.

Bir elimde telefon ve ona bağlı birbirine girmiş kabloları ile kulaklığım varken diğer elimde, bir işe yaramadığı gerekçesi ile takmaktan vazgeçtiğim güneş gözlüğüm ve durağın karşısındaki parlak tabelalı marketten yalnızca serinlemek için girip de elim boş çıkmaktan çekinirim diye satın aldığım karpuzlu mevye suyum vardı. Henüz üzerinde kartal işlemesi olan şapkamı unuttuğumu fark etmemiştim. Ardındaki güneş yüzünden gözlerimi kısarak baktığım çocuk ise dudaklarından anladığım üzere bir şeyler anlatıyordu.

Bileğimdeki saat ne için kurduğumu bilmediğim bir alarmı ötmeye başladığında çatık kaşlarım ile bakışlarımı, uzun süre baktıktan sonra güneşten ziyade şeytanın elçisine dönen çocuktan çektim. Kulaklığımı düzelttim ve ona yer açacak kadar kaydım bankta. Tramvayın gelmesine 3 dakika kalmıştı.

Ancak bilmediğim bir şey varsa o da şeytanın asla kolay lokma olamayacağıydı. Bunu, çocuk kulaklığımı çıkartıp eğilerek gözlerimin içine baktığında anlamıştım. Üzülerek söylüyorum ki şeytanla savaşacak o irade bende yoktu. Bu yüzden biraz daha yakınıma gelirse sabaha güzel bir çocuğun sapığı olarak uyanacaktım.

- Duyuyor musun?

Tedirginlikle kıstığım gözlerime kısacık bakıp dikleşti ve cevap vermeme izin vermeden konuşmaya başladı. Ve um, sanırım bazı seslerde peri tozu olduğu dedikodusu gerçek.

- Alışveriş merkezine gitmek için neye binmem gerek?

Ve evet. Söylemeden edemeyeceğim. Açık yeşil çantasından muhtemel kendisinin kedi sürümü olan sarı bir kedi kafasını çıkarmış bana bakıyordu. Güneş başıma geçmişken ve bu sabah ağzımdan içeri bir lokma girmemişken bir de kedinin teki ile bakışmak beynimi iyice pelte etti tabi. Çocuğun güzelliği beynimin pelte olmasının nedenlerinden biri değil elbette. Hala biraz irade sahibi olduğum için şanslıydım.

- Bilemiyorum. Tramvaya binebilirsin. Ve... Otobüse de binebilirsin. Taksi de olur tabi.

Bunu sormadığını biliyordum ancak beynim benden habersiz kötü güçlerle gizli bir anlaşma yapmış ve hayatımı ele geçirme planının ilk adımı buymuş gibi bu saçma cevabı söylememi emretmişti. Aksi takdirde yapılacak başka bir savunmam yok.

- Aslında helikopter ile de gidilir ancak tramvay durağına girdiğime göre tramvayla gitmek istiyorum.

- Oh, evet.

Sonrasında yüzünde hayatım boyunca anlam veremeyeceğim bir ifade ile uzunca bana baktı. Ve bu bakış sırasında bir adım geri çekilmişti ki kendimi herhangi bir yetişkin içerik filmine aday oyuncu gibi hissetmiştim. Görevli kişi vücudumu süzüyor ve sonrasında, izleyenleri etkileyecek şehvet var mı diye gözlerime dikiyor gözlerini. Üzerimde saçma bir kıyafet varken hiçbir kadını etkilemeyeceğini bildiğim bir sırıtış sunuyorum ve zaten benden başka aday olmadığı için beni kabul etmek zorunda kalıyor. Başıma gelen tam olarak bununla aynı hissi veriyordu.

- Pekala... İyi olmadığını anladım. Bu duraktan Avm'ye gitmek için hangi tramvaya binmem gerek? Bir de böyle deneyelim.

- Avm'ye neden gitmek istiyorsun?

Gülebilirsiniz evet. Ancak ben hiç eğlenmiyorum ve açık bir şekilde yardıma ihtiyacım var. Çünkü beynim gizli anlaşma konusunda epey ciddi ve ölümlü bir hayat için beni satmışa benziyor.

Adını bilmediğim ve aslına bakarsanız öğrenmek de istemediğim sarı saçlı şeytan elçisi çocuk ellerini beline koyup kısık gözleri ile bir süre daha baktı ve bu sefer de yetişkin filmindeki başrol partnerim ile ilk tanışmamdaymışım gibi hissettim. Ve ah, saçlarında bir tutam vardı. İçindeki şeytanın ruhu o tutamda saklıymış gibi kıpkırmızıydı.

- Sen, sorunlu?

- Ben sorunlu.

Sonrasında kulaklığımı hızla takıp başımı telefonuma gömdüm. Gerginliğimin sebebi; en az 3 aydan beri hiçbir varlık ile iletişim kurmayan benin, tanrı çakması- şeytan elçisi bir çocuk ile konuşma mecburiyetinde kalışıydı. Zaten çok geçmeden benden uzaklaşıp şimdiye kadar hangi ceheneneme gittiğini bilmediğim görevliye yöneldi ve yüksek ihtimal ihtiyacı olan cevabı ondan aldı.

Ancak bir gerizekalı yazın ortasında siyah bir tişört ile güneş alan bir bankta otururdu. Bunu elbet kendime söyledim ama görevliye sırtını döndüğü gibi tıpış tıpış yanıma gelip oturan ve kucağındaki çantasından sarı tüylü kedisini seven çocuk da yüksek ıq görünüme karşın gerizakalılığını onaylamıştı.

Tramvay gelip de hızla binerken aslında durakta boş bank olmadığını görüp kendi kendime güldüm ancak Avm'ye gittiğimi fark edince kaskatı kesilmiştim. Tam karşımda oturup da anlam vermeye çalışır bakışlarıyla bana bakıyordu- seni takip etmiyorum, benim de Avm'de işim var.

Böyle tehlikeli bir durumda yapılması gereken şey; asla gözlerimi dikip bakmamalıyım. Ancak beyaz, kolsuz ve muhtemelen 3 yaşında bir çocuğun daha sığacağı kadar bol tişörtünün üzerindeki çıplak kadın baskısından gözlerimi alamıyordum. Öyle bir tişört ile dışarı çıkmış iken yetişkin filmindeki rollerimizi değiştirmiyor muydu? Artık aday olan o ve görevli ben gibiydim. Çünkü altımda, bana siyah tişört giydirenle aynı beyin hücrelerim tarafından giydirilen siyah bi kot vardı. Ve siyah şap- aman tanrım şapkam yok. Gerçi varlığı bir fayda eder miydi, şüpheli. Çünkü geçen 2 ay içerisinde yalnızca depresyondan ölmemek için boyattığım gri saçlarım güneşe karşı daha iyi savaşıyordur. Bunların dışında gri saçma bir çanta ve camı çizilmiş siyah güneş gözlüğümden başka bir şeyim yoktu.

Sarı saçlarını eliyle düzeltip tekrar telefonuna yöneldiğinde fırsattan istifade dikiz işlemime devam ettim. Altında sağ tarafı mavi, sol tarafı yeşil, üzerinde kırmızı yazıların- ki bunların arasında yaratıcı küfürler de yer alıyor- olduğu ilginç bir şort vardı. Bağcıkları rengarenk olan beyaz bir spor ayakkabı giyiyordu. Parmakları yüzüklerle doluydu ve bilekliklerinin arasından, tam da nabzının üzerinde bir kelebek dövmesi gördüm. Sarı saçlarını arasında ne zaman oraya gittiğini bilmediğim kırmızı çerçeveli ve kırmızı camlı bir gözlük vardı. Ve delirmediysem boynunda estetik bir güneş dövmesi vardı. Telefonunun kabından sarkan sarı köpek figürü ise şeytanın elçisi için fazla masumdu?

Kabul edelim, tek kelime ile fenaydı.

Derin bir nefes alıp son kez şöyle bir geniş açıdan süzüyordum ki bakışlarımız kesişti. İlgilendiğini sandığım telefonunu kapatıp kucağına bırakmış, cama dayadığı eline başını yaslamış, hayatının en normal aktivitesi buymuş gibi gözlerime bakıyordu.

Gerildim. Ve utandım. Söyleceklerim bu kadar.

Ah, hayır. Bu kadar değilmiş. Çünkü tam olarak bulunduğu o çekici pozisyonundan bana sunduğu ve kesinlikle yetişkin filmine başka aday olsa dahi başrol olarak alacağım o muzip gülümsemesine karşın son beyin hücrelerimi de kaybettim.

Tanrım, en iyi sen bilirsin ki beyin hücrelerini kaybeden yetişkin bir Jungkook tehlikelidir. Güneş gibi parlayan bu çocuğun başına benim gibi bir kötülüğü musallat ettiğine göre gerçekten de şeytanın elçisi miydi?

Adım Leyl
Burcum İkizler
Rengim Kırmızı


Jimin'in tarzına bayıldım. Anlaşıldığı üzere dark indie. Aslında Jimin'i daha yumuşak ve masum olarak yazacaktım ama güçlü karakterleri okumak karakterlerimizi güçlendiriyor. Bu yüzden bu hikayemde kırılgan görmek zor. >'•'<


KİTABI DEĞERLENDİRMEK İSTEYENLER ÖZELDEN YAZABİLİRSİNİZ.

Melek İzi | KookminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin