Üniversiteyi yaşadığı şehirde okumak çoğu genç için bir kabustur. Benim için değildi. Çünkü insan sevmeyen, insanlarla konuşmayan bu yapıyla, bilmediğim bir şehirde yaşam mücadelesi vermek çok zor olurdu.
Bu yüzden annemin dizinin dibinden ayrılmama kararı almıştım. İlk yılı bitirip yaz tatiline girmişken de pişman değildim. Diğerlerinin yazın yaptığı aktivitelere annem veya babam izin verir mi hiç bilmiyorum çünkü o kısımda hiç işim olmazdı.
Bazen annem, tatilimin tamamını odamda geçirmemin sağlıklı olmadığını söylüyordu ancak bunlar öylesine söylenmiş cümleler gibiydi çünkü annem de dizinin dibinde olmamdan memnundu.
2 yıl önce abim büyük uğraşlar sonucu şehir dışına tercih vermiş ve pılını pırtını toplayıp gitmişti. Normal şartlarda yazın dönmesi gerekiyordu ancak okulun düzenlediği tüm yaz etkinliklerine adını yazdırdığı için eve gelecek zamanı bulamamıştı. Bundan memnun olur sanmıştım ama telefonda konuştuğumuzda adını sildirmeye çalıştığını ancak bunu yaparsa gelecek yıl notlarında gizemli düşüşlerin olacağını söyledi.
Babam ise işinde gücünde sakin bir adamdır. Annemin söylediğine göre gençliğinin baharındayken de böyleymiş. İnsan sevmez ve sadece işine odaklanırmış. Bu durumda kime çektiğim de belli oluyor.
Okulun açılmasına henüz 2 aydan fazla vardı. Okul demişken babamın bir ton azarını yememe sebep olan bir bölümü kazanmıştım; Konservatuar. Sanmayın ki müziği tek hayali olan ve gelecek planlarına bağlı masum bir çocuğum. Puanım orayı zar zor tuttuğu için tercih vermiş ve hiçbir şey bilmeme rağmen şansın yüzüme güldüğü tek günde yetenek sınavını geçmiştim. O sırada şehir dışında hukuk okuyan abim beni arayıp bir güzel dalga geçmişti.
Sınava çalışma sürecim, sınava girişim, tercih verme ve sonuçlanması ve kayıt derken ancak o koca binadan içeri girdiğimde işlerin ciddiyetini anladım. Ne bir kupaya kulp ne de bir süpürgeye sap olabilirdim ben. Öyleki şimdi durup da düşününce üniversiteye gidiyor olmam bile mucizeydi. Ancak tüm bu korkunç duygular hayatımın ilerleyişinde olumlu hiçbir değişikliğe sebep olmadı. Tek yaptığım her gün hayatta değerli hiçbir şeyin olmadığını düşünmek ve uyumak için yatağa girdiğimde gelecekte ne yapacağımın kaygısına düşmekti. Bütün bir yıl böyle geçmişken lisedeki yalnız yıllarımda yaptığım, üniversiteye geçince sosyal olacağım, ile başlayan motivasyon planlarım çöp oldu.
2 güne kadar da hayatım bu monotonlukta devam ediyordu. Ve işte, sonra O'nu gördüm.
Benim için yazı dışarda geçirmemi sağlayacak bir sebepti. Durağa git, Jimin'i bul, takip et ve eve dön. Böylece gezmiş ve vakit geçirmiş olursun. Zaten güzel bir insan olduğundan ve muhtemelen tüm gününü arkadaşlarıyla eğlenerek geçirdiğinden sen de sıkılmazsın. Bilgisayarından biraz uzaklaşır ve yürüyüşlerin de spor yerine geçer.
İşte tam da bu sebepten şu an buradayım. Aynı durakta. Dün de gelmiştim ancak neredeyse öğlene kadar başımda şapkam ile bankta oturmuş ve gelen gideni izleyip acınası bir görüntü sunmaktan başka bir şey yapmamıştım.
Ancak Tanrı garip şekilde olmadık yerlerde dileklerimi yerine getiriyordu- bunun için verecek çok örneğim vardı ama odağım tamamen o oldu.
Jimin kartını okutup tramvay durağına girdi. Üzerinde kuru kafa motifinin rengarenk bir iple işlendiği, önünün sarı ve arkasının siyah-kırmızı olduğu kısa kollu bir tişört vardı. Tişörtü kalçalarına kadar iniyor ve altındaki mavi dar pantolonunda yukarı doğru çıkan yılan deseninin yarısını kapatıyordu. Çıtçıtlı kırmızı bir ayakkabı giymiş ve boynuna rengarenk boncuklu bir kolye takmıştı. Sağ bileğinde siyah kolluk vardı ve yine bir sürü yüzük. Yakasındaki kırmızı gözlüğü geçen seferki ile aynıydı. Sarı saçlarının arasında siyah bir bandaj vardı. Üzerinde rengarenk yazıların olduğu bir bel çantası takıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Melek İzi | Kookmin
FanficDört duvar arasında yaşam süren Jungkook'un gökyüzünü gözlerinde gördüğü Jimin'e olan takıntılı aşkı - ve bu aşkın Jungkook'un karakterinde yaptığı derin değişiklikler, izler hakkında bir kitap. 18 bölümü de Jungkook'un bakış açısıyla anlatılıyor v...