6. Bölüm

81 11 0
                                    

Oy ve yorum bırakmayı unutmayın.

İyi okumalar.

6

Mete için geçen bu hafta kabustan farksızdı. Her an tetikteydi. Davetsiz misafirlerin çıkaracağı herhangi bir seste dolayı harekete geçmek için hazır bekliyordu.

Bu geçen günlerde en büyük avuntusu kapısına gelen bir postacının ona verdiği mektup oldu. Mete postacı ona mektubu verirken kırmızı bir zarf göreceğini düşünerek korkmuştu ama neyse ki mektup başka dertlerden dolayı neredeyse unuttuğu davetle alakalıydı.

Onun mektubuna cevap niteliğinde mektup gönderen ilk kişi Gökalp'ti. Mete gülümseyerek muhtemelen Apolluna gibi işlerin kolayca halledildiği bir şehirde yaşadığı için mektubu erken gelen Gökalp'in yazdıklarına göz gezdirdi.

Arkadaşı onun güzel sözleriyle kalbini okşamıştı bile. Kaygıları bir an olsun dindi ve çok sevdiği dostunun yazdıklarını okudu. "Canımdan çok sevdiğim Mete'ye..." diye başlayan mektup Mete'ye tüm endişelerini unutturur cinstendi.

"Davetin için çok teşekkür ederim kardeşim. Geleceğimi mutlulukla söylemek isterim. Ayrıca kabul törenine katılmak için de sabırsızlanıyorum. Eh bilirsin, üç ay önce benim kabul törenime seni kaçak soktuğumuzda epey eğlenmiştik. Meşru yollardan törene katılacak olsam da yine çok eğleneceğimizden hiç şüphem yok. Gelirken sana çok sevdiğin Apolluna üzümlerinden ve incirlerinden getireceğim. Umarım unutmam. Son olarak seni özledim kardeşim. Ve size anlatacağım epey şey birikti. Geldiğimde güzel vakit geçireceğiz. Kendine iyi bak."

Mektubun altında da Alp'in tam adı ve soyadı ve imzası vardı. Apolluna'da her şey usulüne göre olmak zorundadır, diye düşündü Mete ve dostundan gelen gönül okşayıcı mektubu katlayıp zarfın içine koydu.

Oğuz'un mektubu da Sim şehri iyice karanlığa gömülmeden hemen önce geldi. Yine aynı postacı mektubun şehre yeni ulaştığını, normalde yarın geleceğini ama Oğuz'un özellikle yetkililere ricada bulunduğu için bugün eline teslim edildiğini belirterek mektubu Mete'ye teslim etti.

Mete sıcaktan bunalmış adama bir bardak su verip minnetle teşekkür ettiğinde postacı da işini yaparken insanlardan pek görmediği bu nezaket karşısında gülümseyerek Mete'nin teşekkürünü kabul etti ve o da kendi evinin yolunu tuttu.

Mete mektubu kapıyı kapatır kapatmaz şöminenin yanındaki minderlerden birine oturup açtı. Siyah kağıda beyaz mürekkeple yazılmış mektup şaşırılacak bir şey değildi. Toğ'lular için siyah kağıt ve tabii ki beyaz mürekkep yaygın bir şeydi. Mete büyük harflerle yazılmış mektubu okumaya başladı.

"Dostum Mete..." diye başlıyordu mektup. Mete Oğuz'un kalıplaşmış tabirleri sevdiğini bildiğinden gülümseyerek mektubu okumaya kaldığı yerden devam etti.

"Beni kabul törenine davet ederek onurlandırdın. Ama bilmeni isterim ki gözlerim yollardaydı. Eğer birkaç gün daha senden bir haber almasaydım yanına gelmem kaçınılmazdı. Bilirsin, Alp'i kızdırmamak için beni arada bir yoklasan iyi olur. Sizden haber alamadığımda yaptıklarımı en iyi sen ve o biliyor çünkü."

Mete arkadaşının sık sık kaçak şekilde geçitlerden geçip geldiğini, yanında Gökalp'i de sürüklediğini hatırlayınca kısık bir kahkahayla güldü. Oğuz bu mektubu yazarken başında dikilen memuru bile takmayacak kadar rahat bir adamdı. Açık açık kaçak geliyoruz demese de illegal işlerini mektupta geçirmekten hiç çekinmemişti.

"Yarından sonraki gün buradaki işlerim bitiyor. Hasat günleri Toğ kadar yoğun bir şehir daha görmedim. O yüzden hemen gelemiyorum. Ama dediğim gibi sonraki günden sonra işim yok ve hemen geleceğim. Annemin ve küçük kardeşim Eren'in de senin kabul törenine katılmak istediğini de söyleyeyim. Onlar o gün gelirler ve kabul töreninde seni izlerler. Bunu geldiğimde söyleyecektim ama şimdi yazıp seni mutlu etmek varken neden bekleyeyim ki? Her neyse... Annemin ve kardeşlerimin sana selamları var. Benim de öyle. Kendine iyi bak dostum. Güzel yemeklerini yemek için sabırsızlanıyorum(!)"

BENİM KÜÇÜK KARANLIK ÇAĞIM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin