10. Bölüm

58 11 0
                                    

Herkese iyi okumalar dilerim.

10

Mete Apolluna'daydı.

Daha önce alternatif başka geçitlerden şehirlerarası yolculuk yapmıştı ama bu yolculukta ilk defa Kızıl Orman'ın geçidinden geçmişti. Bu oldukça farklı bir deneyimdi. Oldukça resmi bir görev adına yolculuk yaptığından değil de bir gelenek gibi bir şey olduğundan onları Kızıl Orman'ın geçidinden geçirmişlerdi.

Kızıl orman küçük bir ormandı. Orayı önemli yapan üç şehri birleştiren bir kavşak görevi görmesiydi. Orası üç şehre de ait değildi ama üç şehir de orayı sahiplenmeyi severdi. Buraya hâkim olmak isteyenlerin zamanında neredeyse savaşlara neden olacağı bile söylenirdi. Tabii bunlar söylentiydi.

Mete'yi hayran bırakan büyüleyici bir renkte olan kızıl renk ağaçlar ve kırmızı toprak değil, üç geçidin tam ortasında yer alan Simya Kulesiydi. Çok usta bir mimarinin eseri olduğu her halinden belli olan bu kulenin ilk Tamgören'lerin zamanından beri var olduğu söyleniyordu. Mete bir kez daha buraya gelmeyi çok isterdi ama bu, ancak Börd'ün ve onun yetkili kıldığı önemli insanların yaşayacağı bir deneyimdi. Mete moralini bozmadan yolculuğuna devam etmişti. Zaten kocaman bir ağacın açtığı geçitten geçtikten saniyeler sonra kendini sularla çevrili Apolluna topraklarında buldu.

Mete onu şehir merkezindeki Saray'a getiren araçtan indiğinde karşısında Gökalp'i gördü. Gökalp oldukça mutluydu. Arkadaşının buraya geleceğini öğrenir öğrenmez hazırlıklara başlamıştı. Mete'ye çok güzel bir ev bulmuş, arkadaşı için orayı döşemişti.

Mete kollarını Gökalp gibi kocaman açtı ve iki dost sıkıca sarıldılar.

"Apollunalı Mete." dedi Gökalp. "Dostum Hoş geldin."

Mete arkadaşının hitabını pek beğenmese de itiraz etmeden "Hoş buldum kardeşim." dedi.

Mete ve Gökalp Apolluna Saray'ını çepeçevre saran simsiyah, iki insan boyundaki demir parmaklıklara baktılar. Saray da oradaydı. Büyük ve zengin bir şehre aitmiş gibi duruyordu. Mete tıpkı masallarda anlatılanlara benzeyen yapıya uzun uzun baktı.

"Çok güzel değil mi?" dedi Gökalp.

Mete usulca başını salladı.

"Artık burası senin de evin." Gökalp bunu tüm iyi niyetiyle söyledi ama Mete buranın onun evi olamayacağını Gökalp'in dışındaki tüm beyaz kafalıların ona nefretle bakışından gayet iyi anlayabiliyordu.

"Öyle kardeşim. Sen varsın, bu bile bana yeter." dedi sadece ve Saray'ın devasa kapsına doğru yürümeye başladılar.

Demir kapı iki yana açıldı ve bir kafesteymiş gibi siyah demirlerle korunan Saray bahçesine adımlarını attılar.

Mete buzların eriyip sularla kaplanan şehrin toprağının halen buzlu olduğunu fark etti. Birkaç kez kayma tehlikesi geçirmişti. Arkadaşının temkinli adımlar atmaya gayret ettiğini fark eden Gökalp "Buzlar eridi ama toprak balçık gibi kaldı. Bununla uğraşmak için, bilirsin gücümüz bu dönemde epey azaldı, pek kuvvetli değiliz. Bu yüzden Toğ Tamgörenleri bize yardımcı oluyorlar." diye açıkladı durumu.

Saray'ın bahçesindeki siyah saçlı görevlilerin toprakla ilgilendiğini gördü Mete. Gökalp ona sürekli bir şeyler anlatmak istiyordu. Çok fazla hevesliydi. Apolluna'da pek arkadaşı yoktu. Mete'yle aynı şehirde olacağı için ağzı kulaklarında, yolda karşılarına çıkan her değişik şeyi arkadaşına gösterip hevesle tanıtıp durdu.

BENİM KÜÇÜK KARANLIK ÇAĞIM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin