11. Bölüm

46 11 0
                                    

Oy ve yorum bırakmayı unutmayın.

İyi okumalar.

11

Mete Apolluna sabahında yeni bir güne uyanmıştı. Hava güzeldi, açık pencereden içeri sızan ılık rüzgarın saçlarını okşadığını hissediyordu. Şehrin merhametli havasına kıyasla halkı öyle değildi pek. Apollunlılar oldukça soğuk ve başları kibirden asla eğilmeyecek gibi duran insanlardı. Mete içinden Gökalp hariç, diye fısıldayarak başını yastıktan kaldırdı.

Bugün dışarıda bazı işleri vardı. İki haftadır bu şehirdeydi ve geze geze ne nerede iyice öğrenmişti. O yüzden işleri kendi başına halledebileceğini düşündü. Gökalp'i bugün rahat bırakmak istiyordu. İkisi de hafta sonu tatilindeydi ve Mete günlerdir erkenden yanına gelip ona her konuda yardımcı olan arkadaşının iyice dinlenmesini istiyordu.

Mete küçük telefonunu yan taraftaki küçük konsoldan uzanarak aldı ve Gökalp'e kısa bir mesaj atarak dışarıda işi olduğunu ancak kendisinin gelmesine gerek olmadığını, iyice uyuyup dinlenmesini belirten kısa sayılabilecek bir mesaj yazıp gönderdi. 

Gökalp'in kalbi o kadar temizdi ki Mete istemese bile sırf ona yardımcı olabilmek için hemen yatağından kalkıp gelebilirdi.

Mete yatağından kalkıp üzerini güzelce giyindi. Hava ne soğuktu ne de sıcak. Apolluna'ya dair sevdiği nadir şeylerden biri de havasının gün içinde dengeli bir sıcaklığa sahip olmasıydı. Hemen soğuyup hemen ısınmıyordu. Çünkü bu şehirde sabah doğan, akşam batan güneş bulutlarla çevrili değildi. Çünkü bu şehrin güneşi kara bulutlar tarafından gizlenmemişti. Çünkü bu şehir çorak, ot bitmeyen bir şehir değildi. Çünkü bu şehrin etrafı serin sularla çevriliydi.

Mete bir yandan hazırlanırken bir yandan da Sim'i, evini, Alçin'i ne kadar özlediğini fark etti. Alçin ona her defasında yazıyordu. Telefonla haberleşmeleri ilişkilerini şimdilik gizlemek istedikleri için tehlikeliydi. Her fırsatta mektuplaşıyorlardı bu nedenle. Tabii bu uzun soluklu bir işti. Haftada yalnızca birer mektup ulaşıyordu ellerine. Mete ilk mektubunu geçen hafta içi almıştı, ikinci mektubu da daha dün almıştı. Alçin ona özlemini ve sevgisini anlatan güzel sözler söylemişti. Sim'den bahsetmiş, hocalarıyla derslerin nasıl gittiğini anlatmıştı.

"Seneye Apolluna'ya geleceğim konusunda son derece umutluyum Sevgilim. Koskoca şehirde sanki bir başlarına kalan iki insan gibi kalacağız. O şehirde nefes alacak iki Sim'li biz olacağız."

Mete bu satırları gülümseyerek okumuştu. Alçin kavuşamayan aşklar da dahil destansı hikayeleri, efsaneleri severdi. Mete'ye de sık sık anlatırdı. Mete şu an onları tekrar dinlemek için neleri feda edebileceğini düşündü.

Apolluna sokaklarından yürüyüp tek tek işlerini hallederken pek nazik insana rastlamıyordu. Yürürken ona bakan herkes dönüp tekrar bakıyor ve dudaklarını büküp Mete'nin varlığını memnuniyetsizlikle karşılıyorlardı. Mete bunca tahammülsüz insanın arasında Gökalp'in nasıl böylesine saf ve temiz kaldığına şaşırmadan edemedi.

Parlak güneş yavaş yavaş kaybolup batmaya yakınken Mete evine geldi. Üzerinde tatlı bir yorgunluk vardı. İnsanların ona bakışlarını ya da sözleriyle incitmeye çalışmalarını umursamayınca gün daha kolay geçmişti.

Evinin kapısını açıp içeri girdiğinde yerde duran bir şey dikkatini çekti. Gözlerini kısıp yanıldığını umarak birkaç adım uzağında duran zarfa doğru yürüdü. Eğilip dikkatlice baktığında beyaz parkenin üzerinde duran şeyin o tanıdık kırmızı zarflardan biri olduğuna emin olmuştu.

BENİM KÜÇÜK KARANLIK ÇAĞIM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin