9. Bölüm

77 10 0
                                    

Herkese iyi okumalar.

9

Hafta başladığında Mete de işinin başındaydı.

Saray'ın bahçe kısmında nöbet tutuyor, Surların iç tarafında kalan şehrin bu kısmında devriye geziyor ve bu sayede günler bir şekilde geçip gidiyordu. Hafta sonuna bir gün kala Mete fark etti ki diğer hafta başı seçimler yapılacak ve onunla birlikte on yedi kişi ya kalacak ya da diğer iki şehre dağılacaktı.

Mete'nin içine bir hüzün çoktu. Daha önce de diğer iki şehirde birkaç gün, birkaç hafta olacak şekilde kalmış, şehri adına oralarda bir takım acemi görevlere, etkinliklere katılmıştı. Aktif olmasından dolayı oralarda yabancılık hissetmeyeceğini düşününce içi biraz rahatlar gibi oldu ama artık arkasında bırakacağı biri vardı.

Alçin'i bu hafta yalnızca bir kez görmüş olmasından mıdır nedir kalbinin özlemle sızladığını hissetti. Birkaç günlük ayrılık bile onu özlemesine sebep oluyorsa orada nasıl haftalar, aylar hatta yıllar geçecekti.

"Mutlaka geçip gidecektir." diye fısıldadı kendi kendine. Sayılı gün çabuk geçerdi. Yeter ki şu belirsizlik bitsin ve nelerle karşılaşabileceğimi kafamda bir oluşturayım, gerisi kolay diye düşünmekten kendini alamadı.

Hafta sonu da öyle böyle geçip gitti.

Mete pek dışarı çıkmadı.

Yatağından kalktığında okuduğu kitabına eşlik eden çayını tazeliyor ya da kitaba ara verip sandıktan çıkartıp temizlettirdiği elmas kolyeyi inceliyordu. Kolyeye dikkatli bir şekilde baktığındaysa bir su damlasını anımsatan elmasın içinde gizemli bir şeyler gizlendiğini düşünecek kadar elmasın farklı renklerle parladığını görüyordu. Ya ışık yanılsaması ya da ben tümden aklımı oynattım diye kendini teskin ediyordu durup durup.

Sol göğsündeki küçük cebe koymuştu kolyeyi. Elması parmaklarıyla okşadı ve "Çözmeye çalışacağım bir gizemin peşine düşmektense aklımı oynatmayı yeğlerim." diye kendi kendine mırıldandı.

Elmas ışığı yansıtıyordu, düşünüp dertlenmeye gerek yoktu, bu kadar basitti. O annesinin kolyesiydi ve eğer başka bir şehir çıkarsa kurada, gitmeden önce onu Alçin'in güzel boynuna takacaktı. Geri geldiğindeyse elinde bir yüzük kutusu olacaktı. Mete onunla evlenmek istediğini, onunla sonsuza de mutlu olmak istediğini ona söyleyecekti. Sonra sevdiği kadınla mutlu bir ömür geçirecekti... Mete hayallerden sıyrıldı...

Bu hayallerin basit bir şekilde hemen gerçekleşeceğine elbette inanmıyordu. Sonuçta sağlam bir hayat yaşamak için büyük zorluklarla baş etmek gerekirdi. Mete buna razıydı. Ama bu zorluklarla boğuşurken hayaller de pekala kurabilirdi.

Bahçede öğlen sıcağı geçmişken teninin gittikçe soğuğa maruz kaldığını hissediyordu. Günlerdir bu saatlerde burada dikilip nöbet tuttuğu için bu duruma alışkındı. O yüzden bu durumu önemsemedi. Onun damarlarında yanan bir ateş vardı, üşüp titrerse her seferinde olduğu gibi utanırdı.

Birkaç dakika sonra arkasından ona doğru yaklaşan birinin adım seslerini duydu. Nöbette olduğu için kımıldamak, arkasına dönüp bakmak istemeyerek öylece beklemeye devam etti. Ardından arkasından yaklaşan her kimse yanına gelip "Rahat asker!" diye bağırdı.

Mete, Linda Yüzbaşı'nın sesini duyunca ister istemez rahatladığını hissetti. Linda üzerinden dumanlar çıkan bir kupa bardağını ona uzattı.

"Günde üç bilemedin beş kupa kahve içerim." dedi. Bundan çok memnun değilmiş gibi konuşmuştu. "Seversin değil mi?" dedi Mete'nin kavradığı kupa bardağını gözleriyle işaret ederek.

BENİM KÜÇÜK KARANLIK ÇAĞIM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin